24 Mart gecesi zebaniler güruhu gecenin en ölü saatini fırsat bilip dayanmıştı kapılarına. Kapı zilinin acı acı ötüşü sonrası ellerini kaldırıp teslim olacaklarını sandıkları savunmasız insanlar sanıyorlardı onları… Zebaniler zafer naraları atacakları anda İhtilalci Komünistlerin mermileri leş gibi içki kokan bedenlerini serdi kapı önüne… Bağcılar’da yazılan tarih Sefaköy’de destanlaşmıştı
Bizim kuşağın çocuklarına, torunlarına anlatacağı bir hikayesi olmalı. Gençliğini yaşamamış, ağır sorumluluklar üslenmiş fedakâr, aynı zaman da ölümü küçümseyen gözü pek bir kuşak. Romantik aşklara yelkende açar, şairin dizelerindeki gibi “yaşamı züllümüzde sever”.
Bizim hikayemizde burada başlıyor.
Soğuk bir Mart gününde, baharı muştulayan ay ışığının geceyle dansa durduğu, uykunun en derin zamanında… Kan kusar zulmün namluları.
Giriş kapısına ilk Aslan yönelir. Yoldaşları için siper eder kendisini tereddütsüzce. 12 Eylül faşizminin ilk günlerinde gencecik yüreği ile durmuştu faşist namluları karşısına Mine Bademci.[1] Yıl 1983 Sefaköy destanın yazıldığı o küçük ev.
Aslan Tel, Kastamonu’nun Tosya ilçesine bağlı Kayın köyünde 1958 de dünyaya gelir. Yoksul aile ortamında, daha çocuk yaşlarda paylaşımcılığı edinir.
Aslan’ın Çankırı Öğretmen Lisesi öğrenciliği döneminde başlar devrimci yaşamı. Yetmişli yılların başında hızla gelişen devrimci hareket, Çankırı ve bazı ilçelerinde, kimi Kürt köylerinde yaygın bir çevrede gelişir. Remzi Küçükertan’ın başını çektiği THKO geniş kitle tabanına ulaşır. Böyle bir ortamda ileriye fırlayan, örgütçü özellikleri olan Aslan Tel dönemin ağır sorunlarını da omuzlayanlardandı.
Onu tanıyan herkes yüreğinde bir sıcaklık göğsünde bir ferahlık hissederdi. Kimi insanların doğasındaki bu sıcakkanlılık Aslan’ın yaşamıyla bütünleşen özeliklerinden yalnızca biriydi. İlerleyen yıllarda o bütün enerjisini, yeteneklerini sakınmasızca örgüte akıtacaktı. Zaten soylu ölümüyle, Sefaköy direniş destanındaki kahramanca tavrıyla kalleş kurşunlara bedenini siper ederek bunu gösterdi.
1975 yılının soğuk bir kış gününde ilk kez “Küçük Moskova” olarak bilinin Muzo’nun kahvesinde tanışmıştık. Remzi’nin aralıksız anlatımları karşısında kafam allak bulak olmuştu. Bir ara ikimiz yalnız kalınca “…ama hiçbir şey anlamadım bu söylediklerinizden” deyiverince o meşhur gülüşüyle ilerde anlarsın deyip başka konulara geçtiler.
Aradan aylar geçip askerden dönünce tekrar görüşmeye başladık. Zaten o yıllarda devrimcilerin uğrak yeri olan Muzo’nun kahvesi dışında TÖB-DER ve yeni yeni gidip geldiğimiz CHP vardı. Bir gün başka bir arkadaşla birlikte çalıştığım işyerine uğradılar. Yine uzun tartışmanın sonunda “Al sana bizim gazeteyi getirdik” deyince iyice şaşırdım. Halkın Kuruluşu’nun birinci ve ikinci sayıları. “Ama mutlaka oku…” demeyi de ihmal etmedi. İçimden ‘bana kancayı taktılar’ dedim. Diğer yandan yeni bir çevre, yeni arkadaşlar tanıdığıma da seviniyordum.
Aslan’ın deyimiyle bu gazete benim sınıfımın gazetesiydi. Derken okumam için kitap vermeye başladı. Nihat Behram’ın “Dar Ağacında Üç Fidan” kitabı geldi. Okuduğumda yaşamımın hızla değişmeye başladığını fark ettim. Çünkü çevremle Aslanların diliyle konuşmaya başlamıştım. Oysa o zamana kadar hayatımda okuduğum tek kitap Atçalı Kel Mehmet romanıydı.
Çankırı’da herkes Halkın Kurtuluşu taraftarıydı. Gizliden gizliye THKO’lu olduğumuz için övünür dururduk. Derken olaylar hızlanmaya başladı. Neredeyse her gün faşistlerle kavgalar çıkıyordu; öğrenci olanlar okula toplu gidip gelmek zorundaydı. Aslan o yıllarda Öğretmen Lisesi’ndeydi. Binlerce üyesi olan faşist Ülkü Ocakları’nın ablukasına karşı durmak militan duruş gerektirirdi. İki kampa bölünmüş şehir merkezinde grup halinde gezmek bir yerden bir yere giderken topluca hareket etmek adeta zorunlu hale gelmişti.
1977 seçimlerinde CHP’nin Halkın Kurtuluşu mensubu olduğunu bahane ederek adaylığını veto ettiği Dişçi Kerim olayı hepimizin CHP’ye yaklaşımını farklılaştırmıştı. O partinin kurumlarına gitmeme kararı aldık, ilişkimizi kestik. Zaten kısa süre sonra yeni duyumlar alıyorduk ki THKO’da bölünme olduğunu ve muhalefet ettiğimiz bildirilmişti. Çok anlamasak da THKO’nun bölündüğünü biliyorduk.
Kim muhalefet kim THKO’da kaldı derken… Çankırı’nın tamamı muhalefetteydi.
Faşistlerle yaşanan bir olaydan dolayı artık farklı bir alana yollayacaklarını söyleyince Aslan’a “İstanbul olsun” demekle yetindim. Uzun bir aradan sonra muhalefet hatırı sayılır bir güç toplamıştı. Muhalefetin “üç dünya teorisini” reddetmesiyle devrimci hareketlerde yeni bir tartışma başlamıştı. İstanbul’da nerdeyse her hafta sonu “Üç dünya teorisi”nin reddiyle ilgili o zamanlar bazı devrimci grupların takıldığı Birlik Partisi’nin lokalinde toplantılar yapılırdı. Toplantılardan sonra muhalefet Devrimci Proletarya imzasını kullanmaya başlamıştı.
1978’de İsmail Gökhan Edge[2] yoldaşın ikinci ölüm yıldönümünde çıkan afişleri Çankırı’ya götürmem söylenmişti. İsmail Gökhan Edge yoldaşın bölgede bu kadar yaygın afişinin yapılması Devrimci Proletarya’nın Çankırı’nın il ve ilçelerinde tanınmasına da vesile olmuştu… Aslan İstanbul’a ilk kez geldiğinde birlikte yolculuk etmiştik. Yanımızda 12 Eylül’de hainleşecek olan Adil Özbek[3] de vardı… Ertesi gün Sefaköy’e, Aslan’ın akrabalarının kaldıkları eve gideceklerdi. 5 sene sonra Aslan ve M. Ali Doğan yoldaşın ölümsüzleşecekleri evdi bu, yani granitten direniş kalesi!
Cunta şeflerinin “kökünü kazıdık, bitirdik diye zafer sarhoşu oldukları gün Baharın muştusu o görkemli 24 Mart 1983 günü Stalin Mehmet (İsmail Cüneyt yoldaş) komutasında yaratılan destanın yazıldığı iki katlı ev…
12 Eylül silindir gibi geçmişti devrimci hareket üzerinden. Yılgınlık, korku, panikleme diz boyuydu. Eski dostlar yolda karşılaştıklarında yol değiştirir olmuşlardı. Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı “Düşman” filmine gitmiştik bir arkadaşım, yoldaşımla. Sinemada tesadüfen karşılaştığımız Çankırılı genç öğrenci sempatizanlarımızla filmin beş dakika arada sohbet ederken Aslan’la birlikte kaldıklarını, istersem evlerine gelebileceklerimi söylediler. Tarif ettikleri eve gittim. O zamanlar henüz Yenibosna’da kalıyorlardı. Kucaklaşma hâl hatır sormadan sonra bir odaya geçtik… İlk uyarısı evde kalanların kaçak olduğu ve askerden firar[4] ettiğini bilmedikleri oldu. Yani dikkat etmem gerektiğinin altını çizmişti.
Aslan’la 1982 yılında görüşmelerimiz devam etti. Çoğu zaman Berec Pil Fabrikası dolmuş durağında buluşup tartışarak Pazariçi’ne yönelirdik. Yaşam koşullarımız o dönemlerde çok iyi sayılmazdı. Benim iş koşullarım onunkine göre oldukça iyi sayılırdı. Onun talebi olmazdı. İhtiyaç çerçevesinde bazen destek vermeye çalışırdım. Yıllara dayanan yoldaşlık, dostluğumuz çıkarsız paylaşımcılığı ruhumuza işlemiştik. Bazen de çalıştığım işyerine gelir akşamları onlara giderdik… Bir keresinde İsmail Cüneyt[5] çıkageldi (ben onu Mehmet olarak tanıyordum (Namı-değer Stalin Mehmet), daha önce bir iki kez Metin Aydın[6] ile görmüştüm. Bizim boş boş geyik muhabbeti yaptığımıza kızmış olacak ki bizi epeyce uyardı. Bazı kitapları okumamızı önerdi. “Saat on üç de Sayın Generalim” ve “Moskova Önlerinde” romanlarını okuyunca Stalin Mehmet’in nasıl da öngörülü ve haklı olduğunu okuma alışkanlığı edince daha iyi kavramıştım.
Aslan yoldaş ile görüşmelerimizi periodik randevulara bağlamıştık. OÇ (Orak-Çekiç) her çıktığında çalıştığım işyerine uğrar ya da eve gelirdi. İlişkimiz bu şekilde devam ederken soğuk bir Mart günü Sefaköy’de çıkan çatışmanın haberiyle sarsıldım… Bir türlü inanasım gelmiyordu. Aslan Tel ve M. Ali Doğan yoldaşların çatışmada ölümsüzleştiğini operasyonun gelip bana ve çevreme doğru uzandığında anlamıştım.
24 Mart gecesi zebaniler güruhu gecenin en ölü saatini fırsat bilip dayanmıştı kapılarına. Kapı zilinin acı acı ötüşü sonrası ellerini kaldırıp teslim olacaklarını sandıkları savunmasız insanlar sanıyorlardı onları… Zebaniler zafer naraları atacakları anda İhtilalci Komünistlerin mermileri leş gibi içki kokan bedenlerini serdi kapı önüne… Bağcılar’da yazılan tarih Sefaköy’de destanlaşmıştı.
24 Mart 1983 gecesinin zifiri karanlığında.
Ölen ama yenilmeyenlerin yoldaşı.
[1] Mine Bademci. 22 Eylül 1980 Izmir-Urla kırsalın da bir bağ evinde Dev-Yol militanlarına karşı yapılan operasyonda bulundukları evde ilk dışarı Mine Bademci çıkar. Yoldaşlarına zaman kazandırmak için. 32 kurşun vücudunda tespit edilir.
[2] İsmail Gökhan Edge. Mehmet Fatih Öktülmüş ün yetiştirdiği komünist.1976 senesinde Diyarbakır işkence hanesinde katledildi.
[3] Adil Özbek. Yakalandığında çözülmekle yetinmedi, itirafçı oldu, işkencelere katıldığı da oldu. Osman Yaşar Yoldaşcan müfrezesi tarafında cezalandırıldı.
[4] Aslan Tel. Askerlikten firar ettiğinde kendisiyle G3 silahınıda getirmişti.
[5] İsmail Cüneyt. Sefaköy destanı sonrası yakalandığında İstanbul / Gayrettepe işkence hanesinde 21Aralık 1983’te infaz edildi.
[6] Metin Aydın. Adana kiremithane mahlesinde polisle girdiği çatışmada genç yaşta ölümsüzleşti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.