Yalnızca Rusya’da değil aynı zamanda dünya diplomasi tarihinde de en köklü dönüşüm Ekim Devrimi’yle gerçekleşti. Sovyet hükümeti gizli kapaklı emperyalist diplomasi kurallarına uymayacağını ilan ediyor, barışla ilgili gizli emperyalist anlaşmaları deşifre ederek, uluslararası ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair kendi ilkelerini getiriyordu
Diplomasi denince, genel olarak dünyada var olan devletler ve uluslar arasındaki çatışma ve uyuşmazlıkları çözmek için yürütülen müzakere süreçleri kastedilir. Diplomatlar diyalog, müzakere, ikna, uzlaşma, arabuluculuk, nota, muhtıra gibi yöntemlerle sonuç almaya çalışan devlet görevlilerdir.
Çağımızda devletler arasında büyükelçiler ve öteki görevliler aracılığıyla yürütülen resmi diplomasi haricinde, devlet ile devlet dışı yasal ve yasa dışı aktörler, toplum içindeki kuruluş ve bireyler arasında müzakere süreçlerini içeren bir iç diplomasi türü de vardır.
Marx ve Engels’e göre uluslararası politika da dahil olmak üzere bütün dış ve iç siyaset, her şeyden önce sınıflar arasındaki bir ilişki biçimidir.
Ancak kalın ciltler tutacak kapasitede böylesine bir konuyu, bu çok kısa yazımızda olsa olsa sivri dönüm noktalarına değinip geçerek özetleyebileceğiz.
Diplomasinin tarihi devletlerin tarihinden daha eskidir. Doğuşu ve gelişimi, sınıfların oluşumuna öngelen kabilelerden oluşan ilk örgütlü insan topluluklarına kadar uzanır. Diplomatlığın ne kadar eski bir meslek olduğu yaygın bir şakayla anlatılır. Hasım bir kabileden gelen elçinin getirdiği mesajı dinlemektense, yemenin daha iyi olduğuna karar verilir.[1] Sınıfların ve devletlerin oluşumundan itibaren ortaya çıkan kadim devletler arasında neden elçilerin ya da müzakerecilerin görevleri ve güvenlikleri üzerine ortaklaşa benimsenmiş kurallar gerektiği buradan çıkarılabilir.
Anlaşmazlıkları çözmek, savaş ilan etmek veya barış imzalamak, pazarlık veya ittifak yapmak gibi görevlerle yükümlü diplomasi, devletlerin dış siyasetlerine hizmet eden başlıca araçtır. Bu alandaki kurumların eski Yunan’dan kadim Doğu devletleri ve Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan çok uzun bir geçmişleri vardır. Köleci ve feodal imparatorluklar fetihlerini silah yoluyla çözmüşler; bunu yaparken bir yandan da komşu ülkelerin topraklarını, sürülerini, kölelerini yağmalamadan önce ve sonra diplomasiyi etkin bir yöntem olarak kullanmışlardır. Antik ve feodal çağlarda anlaşmalar genellikle toplumun gözünden uzak, kapalı kapılar ardında elçiler ve ulaklar aracılığıyla gizlice yapılırdı. En eski örneklerinden biri, Hititler ile Mısırlılar arasındaki düşmanlıklara son veren gizli bir anlaşma olan Kadeş Antlaşması’dır.
Jül Sezar kölecilik döneminin en parlak diplomasi ustalarından biriydi. Fetihler yoluyla topraklarını korumak ve genişletmek için hasımlarını bölmek kadar, taraftarlarını kendi etrafında birleştirmeyi de bilirdi. Bizans İmparatorluğu, mirasçısı olduğu eski Roma’nın zulüm, kurnazlık, yalan, ikiyüzlülük ve dalkavukluk dahil bütün yöntemlerini uygulamak ve korumakla kalmayacak, buna yeni kurumlar ve yöntemler ekleyecektir. Bin yıl ayakta kalmasında, diplomatik ustalığının askeri gücüne ağır basmasının da rolü vardır.
Bizans diplomasisinin virtüözü imparator Jüstinyen’dir. Etrafındaki göçebe barbar halklar hakkındaki bilgileri toplar ve onları yönetmekte kullanırdı. Hediye yollamak, istihbarat için casus kullanmak, evlenme yoluyla yabancı hükümdarları akraba yapmak, diplomatik entrikalar kullanarak “böl ve yönet” politikasıyla rakiplerini birbirine düşürmek yöntemleri arasındaydı. Sınır boylarındaki komşusu barbar halkların yöneticilerini satın alıp, bunları birbirleriyle savaştırarak sınırlarını güvenceye alırdı. Bizans devleti yerine göre sempatik görünür, muhatabını pohpohlar, yerine göre de tehdit ve zor kullanırdı. Ortaçağ diplomasisini boydan boya etkilemesinin sırrı buradadır.
Fransa kralı XI. Louis de öne çıkanlardan biridir. Düşmanlarına şiddetten çok hasımlarını birbirine düşürmesi ve çatıştırması, her birinin önüne envai çeşit engel çıkarması, rüşvetle adam satın alması, casusluk/entrika/göz boyama gibi yöntemler kullanması, şartlarını olgunlaştırınca da hakem rolüyle ortaya çıkıp teker teker avlamasıyla bilinirdi.
Ortaçağda önemli bir ticaret gücü olup Rönesans döneminde bu konumlarını güçlendiren ve 19. yüzyılda İtalya’nın bir parçası haline gelen Venedik Cumhuriyeti ve Cenevizliler doğu ülkelerinde ticari ilişkilerini geliştirmek ve canlı tutmak için konsolosluklar kurmuşlardır. Venedikliler, Bizans’tan kaptıkları diplomasi yöntemlerini adam satın alma, aldatma, ihanet, gizli ajanlar/dilenciler/fahişeler kullanmak yoluyla diplomasiyi sistematik bir sanat haline getireceklerdir.
İtalyan Rönesans hareketinin en önemli figürlerinden biri Niccolo Machiavelli’dir. Modern siyaset teorisinin ilk temsilcisi, Marx’ın deyişiyle politikayı teorik açıdan çözümleyerek ahlakın etkisinden kurtaran kişidir. Ona göre politikada her yola, araca ve çareye başvurulabilir. İktidarını genişletmeyi amaçlayan modern hükümdarın gözünde her şey meşru, her şey mübah olmalıdır. Makyavelli diplomasi teorisini prenslerin açgözlülük ve bencillikleriyle değil, İtalyan birliğinin sağlanması zaviyesinden ele almasıyla Gramsci tarafından övülmüştür. Makyavelli’nin meselesi bölük pörçük İtalya’nın bundan nasıl kurtulup ulusal birlik ve bütünlüğüne kavuşacağıdır. Ona göre gerisi teferruattır. Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde devlet adamları ve diplomatlar bu büyük siyaset bilimcinin görüşlerinden yararlanacaklardır.
XVII. yüzyıldan itibaren uluslararası ilişkilerin ilerlemesi ve karmaşıklaşmasıyla birlikte devletler arası bağlantıları daha düzenli ve kapsamlı kurallara bağlayacak devletler hukuku da gelişecektir. Ancak hala elçiler için geçerli sıfat “şerefli casus”tur. Bu, 17. ve 19. yüzyıl diplomasilerinde en belirgin özelliklerden birinin gizlilik olduğunu ima etmektedir. Zira Avrupa monarklarının özel temsilcileri aracılığıyla sürdürdükleri saray diplomasisi, sadece başlangıcında değil, belirli bir sonuca ulaştığında da, yani her aşamasında dışa kapalı sürdürülmekteydi.
Aydınlık yüzyılı düşünürleri, uluslararası ilişkilerde halklar yerine, hükümdarlar arası bağları öne çıkaran ve soyluların çıkarlarını gözeten halktan saklı gizli diplomasi anlayışını reddedeceklerdir. Rousseau, hanedanların “kamu yararı”, “ulusun şerefi” gibi kavramları ikiyüzlüce kullanmalarını suçlamış, sonuçsuz müzakerelerle boşu boşuna zaman ve para harcanmasına, gerici antlaşma ve ittifaklara karşı çıkmıştır.
4 Temmuz 1776 tarihinde bağımsızlığını ilan edip Bağımsızlık Bildirgesi’ni yayımlayan ABD, dış politikasına ve diplomasisine özgürlük, eşitlik ve halkın kendi kaderini yönetme hakkı (sonradan 180 derece tersine çevireceği) kavramlarını soktu. ABD cumhuriyetinin kurucusu Jefferson, diplomasiye tüm insanların eşitliği ve halkın egemenliği ilkelerini katan kişidir.
Hemen ardından 1789 Fransız devrimiyle birlikte yayımlanan bildirgeyle ise, eski rejimin kalıntılarıyla birlikte dış siyaseti tasfiye ediliyor, önceden kraliyete ait bir daire olan Dışişleri Bakanlığı kaldırılıp, yerine bir komisyon kuruluyordu. Burjuvazi her ne kadar giderek soylular sınıfından gelme diplomatlar kastını geri getirdiyse de, daha az gizli hale gelen ve parlamentoya karşı sorumlu olan dışişleri bakanlığının denetimi altına aldığı diplomasiyi içeriksel ve biçimsel olarak kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda dönüştürdü.
Fransız devriminin sol kanat Jakobenleri barış görüşmelerini devrimci terör lehine ilkesel olarak reddediyor, devrimin savunulmasını ve zafere kadar savaşmayı öne çıkarıyorlardı. Enternasyonalist anarşist Cloots, federatif bir dünya cumhuriyetinde halklar özgür ve eşit olacaklarından diplomasi diye bir şey olmayacağını savunuyordu.
Jakobenler iktidar dönemlerinde diplomasi aygıtını baştan sona değiştirerek devrimci bir diplomasinin tarihteki ilk önemli adımlarını attılar. 1793 Anayasası, Fransız ulusunun başkalarının ilişkilerine karışmama, kendi ilişkilerine karışılmasına da müsaade etmeme ilkesini benimsedi. Devrim diplomasisinin adalet, açık yüreklilik, dürüstlük ve yasallık ilkelerine dayanması gerektiğini savunan Robespierre, krallık diplomasisinin Makyavelizm’ine şiddetle saldırdı. Dışişleri kraliyet kadrosunda üst düzey soylulara yer verilirken, devrimden sonra profesyonel diplomatların yerini amatör, sıradan vatanına bağlı yurttaşlar aldı.
Jakobenlerin yenilgisinden sonra, örneğin diplomatik yeteneği ve insan sarraflığıyla ünlü, ama ikiyüzlülüğü, açgözlülüğü, fırsatçılığı, dalkavukluğu, rüşvetçiliği ve sahte kibarlığıyla bilinen utanmaz Taleyrand, 1797’de Dışişleri Bakanlığı’na getirilince diplomatik rütbeleri ve eski rejimden kalma alışkanlıkları geri getirdi. I. Napolyon’dan sonra, Bourbon Kraliyet Hanedanı’nın ve XVII. Louis’nin emrine girmekte sakınca görmedi. Talleyrand kendi anlayışını, ”Diplomasi yalan söylemek ve inkâr etmektir. Ülkenin çıkarı için ahlak kavramını askıya alabiliriz” diye özetledi. Sonuç olarak, kapitalist burjuva iktidarlar feodal krallıkların entrika ve manevralardan ibaret diplomasi anlayışlarını daha komplike ve rafine haline getirdiler.
Diplomasi sanatının ustalarının yeteneğine ve bütün inceliklerine sahip, ölesiye çalışkan ve duygusallıktan uzak olanlardan biri de, Alman birliğini yukarıdan aşağıya kan ve demirle sağlayan Bismark’tır. Bu adama göre iç ve dış politikada her türlü adiliğe, kalleşliğe, gizli kapalı dolaplara yer vardır. Aynı anda iki karşıt anlaşmaya imza atabilecek tıynette biriydi. Onu, ancak halefi Hitler’e atıfla söylenen, ”diplomasi dünyasında dolu bir tabanca, hukuki bilgiden daha güçlüdür” lafıyla ifade edilen anlayış aşabilirdi.
19. ve 20. yüzyıllarda devletlerin sayıca artması, paylaşım savaşları ve sömürgeciliğe karşı mücadele gibi etmenler dolayısıyla uluslararası ilişkiler daha da karmaşık hale geldi. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren tekelci kapitalist aşamaya geçen İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Japonya ve Çarlık Rusya’sı gibi ülkelerin diplomasisi, emperyalizmin saldırgan, işgalci, yayılmacı, demokrasi ve özgürlük düşmanı gerici karakterlerine uygun bir dönüşüm geçirdi. Dışişleri bakanlıklarının görevleri arasında ilgili ülkelerde darbeler, komplolar, suikastlar düzenleyen istihbarat kurumları ve ajanları da vardı, Gladyo türü uluslararası gizli komplo örgütlenmeleriyle ortaklaşa çalışmak da. CIA, M16, MOSSAD, MİT gibi istihbarat örgütleri gizli diplomasinin kılavuzluğunu yapan etkin aktörleri haline geldiler. Uluslararası diplomaside tekellerin, istihbarat örgütlerinin devreye girmesiyle yasallığın ve sivil bürokrasinin rolü azaldı. Halk kitleleri gelişmelerden ancak liberal demokrasi ölçüsünde, kısmen ve her şey olup bittikten sonra haberdar olabiliyorlardı.
Yalnızca Rusya’da değil aynı zamanda dünya diplomasi tarihinde de en köklü dönüşüm Ekim Devrimi’yle gerçekleşti. RSDİP (B) iktidara gelir gelmez emperyalist savaşın sona erdirilmesi çağrısı yaptı ve Lenin, 28 Ekim 1917 tarihinde toplanan II. Sovyet Kongresi’nde Barış Kararnamesi’ni yayımladı. Bu kararname o güne kadar hiç görülmemiş bir açık diplomasi belgesiydi. Sovyet hükümeti gizli kapaklı emperyalist diplomasi kurallarına uymayacağını ilan ediyor, barışla ilgili gizli emperyalist anlaşmaları deşifre ederek, uluslararası ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair kendi ilkelerini getiriyordu. Yeni ideolojik ilkelere dayanan bir dış politika belgesi olan Barış Kararnamesi’nde şöyle denmekteydi: “Gizli diplomasi usullerini yürürlükten kaldıran hükümetin kesin kararı, bundan böyle girişeceği bütün müzakereleri açıkça ve tüm halkın bilgisine sunarak yürütmektir.”
Sovyet devleti, kendi yurttaşlarının ve dünya halklarının yararına, çeşitli saldırganlık biçimlerini reddediyor; sömürgeciliği kınıyor, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyor, büyük ve küçük ulusların eşitliğini vurguluyordu. Böylece enternasyonalist ve devrimci sosyalist karakterde sıfırdan yeni bir diplomasinin yolunu açtı ve Çarlık Rusya’sını izlediği emperyalist yoldan kökten farklı, kendi dış politika çizgisini oluşturdu.
[1] Tarihte bu şakayı haklı çıkartan örnekler olmamış değildir. Pers Kralı Darius, Yunan şehir devletlerine elçiler gönderip teslim olmak istediklerinde, Sparta ve Atina elçileri öldürür. Harzemşahlılar Cengiz Han’ın, Galyalılar Romalıların, Kazıklı Voyvoda lakaplı Eflak Prensi Fatih Sultan Mehmet’in gönderdikleri elçileri öldürürler. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Kanuni Sultan Süleyman, kendisini gönderenin emirlerini yerine getiren elçiye zarar verilmeyeceği kuralını benimsemesine karşın, elçilerle alay etmek, dövmek, hapse atmak gibi dokunulmazlık kuralını hiçe sayan yöntemler uygulamıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.