Kartı okutuyorum. Boynumdaki plastik kartın soğukluğunu hissediyorum. İçeri girerken boynumu hafifçe eğiyorum. Bu, bir refleks değil itaatin ilk adımı. Kendimi bırakmak zorunda olduğum bir eşik. İçeri adım atar atmaz, ağır bir hava çarpıyor yüzüme. Havalandırma çalışıyor mu, belli değil. Basık, havasız bir ortam. Camlar açılmıyor. Açılmaması gerekiyor. Çünkü burada, bazıları kendini boşluğa bırakmak istiyor. Bazılarıysa içeride sıkışıp kaldığını, bu binadan bir daha asla çıkamayacağını hissediyor
Sosyal medyada her gün kaç saat geçiriyorsunuz? Kaç kez telefonunuzu elinize alıp farkında olmadan herhangi bir uygulamaya giriyorsunuz? Her seferinde karşınıza çıkan içeriklere dikkat ediyor musunuz? Muhtemelen hayır. Çünkü gördüğünüz içerikler esasen bir süzgeçten geçiyor.
İşte o süzgecin arkasında biz varız. Biz içerik moderatörleriyiz, yani sosyal medyanın pisliğini temizleyenler. Sizi, görmek istemeyeceğiniz şeylerden koruyanlar. Ama aynı zamanda görmek istemeyeceğiniz her şeyi görenler: İnsanlık dışı sahneler, nefret söylemleri, korkunç videolar, şiddet, istismar, cinayet, taciz, hayvanlara eziyet… Siz bunları görmüyorsunuz. Çünkü biz görüyoruz, biz süzüyoruz, biz kaldırıyoruz. Ama bizim bu içeriklerden kaçma şansımız yok.
Her hafta değişen vardiyalar, gecesi gündüzü olmayan bir çalışma düzeni. Havasız, sıkışık, steril olmayan odalar… Bir ekran karşısında geçirilen saatler… Her gün, her saat, her dakika psikolojik olarak biraz daha tükenen bedenler…
Dört vardiyamız var: Sabah başlayanlar akşama kadar, öğlen başlayanlar gece yarısına kadar çalışıyor. Akşam girenler sabaha karşı çıkıyor, geceleri başlayanlar ise sabahın ilk ışıklarıyla tükenmiş halde evlerine dönüyor.
Vardiyalarımız her hafta değişiyor. Vücudumuzun adaptasyon sağlamasına fırsat yok, biyolojik saat diye bir şey yok. Uyku düzensiz, beslenme düzensiz, hayat düzensiz. Ama bu düzensizlik içinde bizden hatasız çalışmamız bekleniyor.
Bir hata? Cam oda. Bir itiraz? Baskı ve mobbing. Bir sessizlik? Yalnızlık demek. Burası böyle bir yer. İçeri bir kez girince, çıkışın olmadığını anlıyorsun.
İşte şimdi, yeni bir gün başlıyor.
Kartı okutuyorum. Boynumdaki plastik kartın soğukluğunu hissediyorum. İçeri girerken boynumu hafifçe eğiyorum. Bu, bir refleks değil itaatin ilk adımı. Kendimi bırakmak zorunda olduğum bir eşik. İçeri adım atar atmaz, ağır bir hava çarpıyor yüzüme. Havalandırma çalışıyor mu, belli değil. Basık, havasız bir ortam. Camlar açılmıyor. Açılmaması gerekiyor. Çünkü burada, bazıları kendini boşluğa bırakmak istiyor. Bazılarıysa içeride sıkışıp kaldığını, bu binadan bir daha asla çıkamayacağını hissediyor.
Bu alanda hiçbir şey bana ait değil. Bir masa seçiyorum, her gün başka bir masa. Bir bilgisayar açıyorum, her gün başka bir bilgisayar. Ama ekranın ardında beni bekleyen şey hep aynı. Aynı sesler, aynı görüntüler, aynı şiddet…
Sisteme giriş yapıyorum. Bilgisayar yavaş, sistem sürekli hata veriyor. Ama bizim hata yapma lüksümüz yok. İlk video açılıyor. İçimde bir sıkışma. Her sabah aynı yerden başlıyor bu sıkıntı. Çünkü neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey, iyi bir şey olmayacağı: Bir çocuk çığlık atıyor. Kulaklarımı tıkayamam, gözlerimi kapatamam. Tamamını izlemek zorundayım. Çünkü bazen o çığlık rol olur, bazense gerçek bir istismar. Kararı ben veriyorum. Yanlış karar, büyük hata. Ve hatanın affı yok.
İkinci video. Bir adam infaz ediliyor. Üçüncü. Bir hayvanın üzerine kaynar su dökülüyor.
Dördüncü. Bir kadın dövülüyor, ağlıyor, yalvarıyor. Bunlar yalnızca başlangıç. Önümde daha yüzlerce içerik var. Saatlerce aynı döngü. Gördüğümü beynim daha anlamlandıramadan sıradaki videoya geçiyorum. Gözlerim kuruyor, başım zonkluyor. Ama duramam. Çünkü hata yaparsam, cam oda beni bekliyor.
Cam oda. Korkunun somutlaştığı yer. Tüm işçilerin dışardan görebildiği camla kaplanmış bir oda. Yöneticiler çağırıyor: “Bir görüşme yapmamız gerek.” Giriyorum. Kapı kapanıyor. Dışarıdan bakınca sıradan bir oda. Ama içeride hava daha ağır, daha sessiz, daha tehditkar.
Karşımda bir yönetici. Elinde belgeler, hatalarım yazılı. “Neden bu içeriği kaldırmadın? Neden bu kadar yavaşsın? Neden yanlış değerlendirdin?” Savunuyorum kendimi. Açıklamaya çalışıyorum. Ama cevabın ne olduğu önemli değil. Çünkü burada içerik moderatörlerinin bahanesi olamaz.
İlk mola geliyor. 15 dakikalık bir ara. Ama bu gerçekten bir dinlenme değil. Kalkıyorum, gözlerim artık odaklanamıyor. Her şey flu. Mutfağa yöneliyorum. Kahve mi, çay mı, sigara mı? Hangisi biraz daha uyuşturursa, onu alıyorum. Kimse konuşmuyor. Zaten ne konuşacağız? Göz göze geliyoruz bazen. Aynı donuk bakışlar, aynı yorgunluk.
Mola bitiyor. Masama dönüyorum. İçerikler akmaya devam ediyor. Saatler geçiyor. Ama burada zaman başka akıyor. Midem bulanıyor. Bazıları hiçbir şey yemiyor. Çünkü gördüklerimiz, yemek yiyebilecek bir mide bırakmıyor.
45 dakikalık yemek molası geliyor. Ama verilen ücretle o yemeği almak imkansız.
Bazıları evden bir şeyler getiriyor. Bazıları sadece sıcak bir içecekle geçiştiriyor. Bazılarıysa boş boş oturuyor. Gözler uzaklara dalmış. Çünkü gördüğünü silemezsin.
Günün içinde iki kez “wellness molası” var. Adı güzel. Ama içi boş. Bazen bir uzman geliyor. Nefes egzersizleri yaptırıyor. “Zihninizi boşaltın” diyor. Ama zihnimiz dolu. Seslerle, görüntülerle, yükle dolu. Bazen meditasyon müzikleri çalıyor. Bazen esneme hareketleri yapıyoruz. Ama bu bir rahatlama değil. Bu, yalnızca bir prosedür. “Yaptık” diyebilmek için. Çünkü işe yarıyor olsaydı, her gün bu kadar yıkılmış çıkmazdık buradan.
Yöneticilerin baskısı işin başka bir boyutu. Bazıları bağırıyor. Bazıları gözlerini dikip susarak konuşuyor. Bazıları ise dokunmadan bile sınırları aşıyor. Bir mesaj, bir bakış, bir temas. Taciz burada açık açık olmaz, ama hissedersin. Peki, şikayet edersen? Ciddiye alınmazsın. Görmezden gelinir. Sonra ne mi olur? Daha kötü vardiyalara atılırsın. Daha fazla hata aranır. Daha çok ezilirsin. Çünkü burada senin değil, onların korunması gerekir.
Ortam ise tam bir cehennem. Hava sirkülasyonu yok. Vardiyalar çakışınca nefes almak daha da zorlaşır. Koku siner üzerine. Her hafta değişen vardiya bedenimizi mahveder.
Gündüz çalışmaya alışamayanlar, gece çalışırken ölüyormuş gibi hisseder.
Hastalanırsın. Ama rapor almak, izin istemek zordur. Rapor aldığında inanmazlar ve vardiyanı değiştirerek primlerini keserler. Bu döngüde insan kendini kaybeder.
Artık ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilemezsin.
Gün sona eriyor. Son içeriklere göz atıyorum. Görev tamamlandı. Kapıya yürüyorum.
Kartı okutuyorum. Boynumu yine hafifçe eğiyorum ve kartı boynumdan çıkarıyorum. Binadan çıkar çıkmaz derin bir nefes alıyorum. Ama içimdeki sıkışma hâlâ geçmiyor.
Eve gideceğim. Yatağa uzanacağım. Ama gözlerimi kapattığımda gördüğüm hiçbir şey peşimi bırakmayacak.
Bu iş burada bitmiyor. Bu iş, bizimle birlikte eve geliyor. Biz buradayız. Ama kimse fark etmiyor.
Kaynak: e-komite
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.