Bugün artık daha geniş çevreler bakımından da görülüyor ki Siyasal İslamcı kadroların kendi imgeleminde iktidar koltuğu, ulusa ait egemenliğe belirli sürelerle vekalet edilen temsili makamlar değildir; onlar için iktidar koltuğu, seçmenlerce onaylanmış egemen tahtı demektir. Ne yazık ki Türkiye bu zihniyetin 20 yılı aşan idaresi altında; yasalarında çok partili Cumhuriyet yazan, fiiliyatında seçimli monarşi olan bir ülke konumuna düşürülmüştür
CHP uzun yıllardan sonra ilk kez kendi tespitinin ağırlığına uygun bir tepki geliştiriyor. Dolayısıyla da 23 yıllık iktidarı boyunca AKP ve Erdoğan idaresi ilk kez fiili konumlarına ve siyasi kararlarına koşut bir tepki ile karşılaşıyor. Bu tespit sürecin özgüllüğünü kavramak bakımından önemlidir.
AKP, 2002 seçimlerini takip eden hemen her seçime, seçmen iradesine müdahale araçlarını ve çapını çeşitlendirilerek ve genişletilerek girdi. AKP’nin bu tutumu muhalefet tarafından uzun bir süre teknik bir sandık güvenliği sorunu olarak görüldü. AKP tarzı bir iktidarın varlığı altında sandık güvenliğinin de ancak bir halk hareketi ile sağlanabileceği gerçeği, ancak Mayıs 2019’da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul BB seçimleri YSK marifetiyle iptal edildiğinde kavranabildi.
Ceketin çıkartılıp kolların sıvanmasının bir motif olarak yurttaşların zihniyet haritasına nakşedilmiş olması ve tam da yerli yerinde yeniden anımsanarak sürekli çağrılması nedensiz değildir; çünkü İmamoğlu’nun “Yolumuz uzun” diyerek başladığı heyecan dolu konuşmayla ortaya konan irade şunu söylüyordu: Özgür irade sahibi yurttaşların seçim tercihlerini yok saymak, egemen bir varlık olarak ulus iradesini yok saymak demektir, AKP’nin kabul edilemez olan bu kararı yenilgiye uğratılacaktır!
AKP ile siyasi mücadelenin ana aksında yer alan egemenlik sorunu, böylece ilk kez 2019’da siyasallaşmış oldu; yinelenen seçimde AKP’nin aldığı kesin yenilgi, siyasal saflaşmanın egemenlik sorunu ekseninde gerçekleşmesi ile yakından ilgiliydi. Ne var ki bu gerçek saflaşma izleyen yıllarda İstanbul ölçeğini aşarak genelleşemedi. Dönemin CHP yönetimi için yaşananlar; Erdoğan’ın hak-hukuk tanımazlığı ve İBB’nin kötüye kullandıkları parasal olanaklarını kaybetme korkusuyla ilgiliydi. Oysa bunların neden değil sonuç oldukları, bu ve benzeri sorunların kaynağında yer alan ana sorunun egemenlik ile ilgili olduğu hususu acı tecrübelerin ardından ancak yeni yeni kavranmaktadır.
Öncelikle egemenlik sorunu küresel bir sorundur; neoliberal küreselleşmenin önceki iki yüz yılın ürünü olan modern ulus-devletleri çözüyor olması, bu siyasi mimarinin omurgasını oluşturan ulusal egemenliğin de çözülmesi demekti. Üçüncü bin yıla yönelik analizlerde “yeniden feodalleşme”, “tekno-feodalizm” gibi tespitlerin yaygınlaşması sebepsiz değildir; dünyada yaygınlaşan otoriter yönetimler, egemenlik sorununa “yeniden feodalleşme” yönünde verilen gerici yanıtlardır. Büyük İnsanlık, Aydınlanmanın “güç; özgür irade sahibi bireydedir” mottosu ile Büyük Fransız Devriminin evrenselleştirdiği Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik arzusunu 21. Yüzyıla taşıyacak ilerici yanıtların hazırlığı içindedir. Ülkemizde bugün yaşananlar, küresel çaptaki bu saflaşmadan bağımsız değildir.
Neoliberal küreselleşmeye derin entegrasyon sürecinde Türkiye’nin bahtsızlığı, bu süreci yöneten siyasi kadro ile ilgilidir. Örneğin küresel egemenlik sorunu AB bünyesinde “demokrasi açığı” şeklinde gerçekleşirken ülkemizde siyasal sistemin “seçimli monarşi” istikametinde revize edilmesiyle gerçekleşmiştir. 2000’lerin merkez siyaset alanı katastrofik bir şekilde çökmemiş ya da çökertilmemiş olsa idi, muhtemelen bu süreci temsili demokrasinin derinleşen krizi biçiminde yaşayacaktık. Kader işte! Neoliberal küreselleşmeye derin entegrasyon tesisi için rejim ilkelerini revize etme rolü, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri ile kavgalı siyasal İslamcı bir ekibe kaldı. Onlar da bu rolü Necip Fazıl tipi siyasal İslamcılık ve Yeni-Osmanlıcık düsturlarıyla tepe tepe oynadılar.
Lütfen hatırlayalım: Liberallerin de büyük katkılarıyla AKP meşruiyet alanını nasıl çizmişti: CHP’de temsil edilen Batıcı, elitist Kemalist devlet yapısı, kendi toplumundan hep şüphe duymuş ve onu yukardan şekillendirmeye çalışmıştır. Şimdi ise AKP; merkezden şekillendirmeye direnen çevrenin/toplumun sesi olarak devlet-toplum bütünleşmesini nihayet tesis etmektedir!
Liberal entelektüellerce döşenen ve parti-devlet bütünleşmesine giden bu yol, hükümet sistemi değişikliği ile yasal çerçevesine kısmen kavuşsa da Saray’da vücut bulan monarşik idare, hala fiili bir varlığa sahiptir, hukuki karşılığı yoktur.
Bugün artık daha geniş çevreler bakımından da görülüyor ki Siyasal İslamcı kadroların kendi imgeleminde iktidar koltuğu, ulusa ait egemenliğe belirli sürelerle vekalet edilen temsili makamlar değildir; onlar için iktidar koltuğu, seçmenlerce onaylanmış egemen tahtı demektir. Ne yazık ki Türkiye bu zihniyetin 20 yılı aşan idaresi altında; yasalarında çok partili Cumhuriyet yazan, fiiliyatında seçimli monarşi olan bir ülke konumuna düşürülmüştür.
Tam da bu nedenle hukuki ve fiili durum arasındaki gerilimi Türkiye halkı lehine çözecek olan adım, siyasal mücadelenin odağına egemenlik sorununu yerleştirmekle atılmış durumdadır. Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı sürecini egemenlik sorununu odağa alarak sürdürmesi bu bakımdan kıymetlidir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in darbe ve cunta idaresine yönelik analizleri ve kurtuluş mücadelesi ile kurduğu analoji, bu meselenin basit bir seçim propaganda teması olarak görülmediğine delildir. Egemenlik sorununun 21. Yüzyılda kazandığı anlam derin bir sınıfsallıkla maluldür; zira egemenliği, yani özgür iradesi ile kendi yazgısını belirleme hakkı elinden alınan toplum, küresel kapitalist piyasa gereklerine doğrudan tabi kılınmış durumdadır. Böyle bir toplumda; istihdamın güvencesiz, gündelik yaşamın güvensiz, geleceğin ise belirsiz olması kaçınılmazdır. O halde 21. Yüzyılda egemenlik sorununa yegane ilerici yanıtın, sosyal cumhuriyet olacağı rahatlıkla ileri sürülebilir.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.