Bir yurttaş olarak piyasalarda/pazarlarda özgür tüketiciydik ama siyaseten teslim alınmıştık. İşte boykot, siyaseten teslim alınmaya itiraz etmek için Erdoğan’ın elindeki en büyük silah olan tüketimi bir koz olarak kullanmayı akıl etti; üretimden gelen güç (grev) kullanılamıyorsa, o zaman tüketimden gelen güç (boykot) rahatça kullanılabilirdi
Boykotun amacının, İmamoğlu’nun hukuksuz biçimde tutuklanmasını kınamak ve erken seçim için sandığın seçmenlerin önüne getirilmesini sağlamak gibi görünse de çok başka bir şey olduğu açık. Bu şey aslında çok katmanlı bir sorunlar yumağının pek çok sosyolojik gösterimini kendi içinde taşıyor. Erdoğan’ın kurduğu baskıcı sistemi reddetme, sosyal sorunların çözülmesini isteme, iktidar değişikliğini talep etme gibi zaten bilinen şeylerin ötesinde bir Türkiye toplumunun sosyolojik boyutuyla karşı karşıyayız. O da şu: 1980’li yıllarla birlikte neoliberal kapitalizmin arkadan dolanıp temel norm olarak herkese empoze ettiği “birey” tasarımlarının (girişimci, vizyoner, inovatif, risk alıcı vb.) giderek Thatchervari argümanla (“aslında toplum diye bir şey yok”) birleşip insanları, “kültür endüstrisi”nin de katkısıyla, kitleler içinde atomize etmesi, toplum olma duygusunu yok etmesi ve dayanışma/işbirliği durumlarını zayıflatmasıdır. Bu sosyolojik gerçekliğe ilişkin geçmişte pek çok araştırma yapıldı. Çoğumuz karşı çıktı ama şu Türk milliyetçisi “And” bile okul avlusunda öğrencileri, performatif pedagojik bir ritüel altında en azından ortak bir şeye yemin etme ve birliktelik sergileme anlamında veya bakımından sosyal kılmaya yönelikti. Eğitimin metalaştırılmasıyla ve rekabet mantığına teslim edilmesiyle o sosyallik de kalmadı. Erdoğan, İslam soslu neoliberal kapitalizmine destek sağlamak için sadece ideolojik muhafazakarlığı, baskıcı devlet aygıtlarını ve muhtaçlaştırıcı sosyal yardımları kullanmadı. Kendisine muhalif olanları bile bir “tüketici kimliği”yle ortak Türkiye paydası altında birleştirdi; giderek, genel “tüketici” kimliğinin yaydığı sahte seçim, özgürlük ve refah algısını, çok sayıda AVM açılışı, online alışveriş sistemlerinin kurulması ve ürün çeşitliliğini sağlayan ithalat mekanizmasıyla güçlendirdi. Nihayet öyle bir an geldi ki artık hepimizin bir ortak kimliği oluverdi: Tüketici. Bir yurttaş olarak piyasalarda/pazarlarda özgür tüketiciydik ama siyaseten teslim alınmıştık. İşte boykot, siyaseten teslim alınmaya itiraz etmek için Erdoğan’ın elindeki en büyük silah olan tüketimi bir koz olarak kullanmayı akıl etti; üretimden gelen güç (grev) kullanılamıyorsa, o zaman tüketimden gelen güç (boykot) rahatça kullanılabilirdi.
***
2 Nisan’da gördük: Bilhassa büyük kentlerin prestijli, tanıdık ve etkili alışveriş mahallerinde hem müşteriler (tüketici) yoktu hem de çoğu “dükkân” kapalıydı. Boykotçular bir gün boyunca tüketmiyoruz derken aslında siyasi iktidarı protesto ediyoruz demek istediler. Sayıları, CHP lideriyle birlikte belki yüzbinleri bulan boykot çağrıcıları sosyal medyayı olduğu gibi kapladı ve sanatçısından öğrencisine her cüretkâr kişi, boykotu, bazen düz anlamıyla (tüketmiyoruz) bazen de vecize şeklinde (bugün hava yağmurlu, çarşıya gidesim gelmiyor) ilan etti. Ardından bugün hükümetin bazı gözaltıları geldi ama ortak kanı, boykotun Anayasal bir hak olduğu şeklindeydi ve periyodik olarak sürmesinden yana olanların sayısı hiç de az değildi. İşin tuhafı, AKP hükümetinin kimi bakanlarının boş AVM ve marketlere gidip yığınla alışveriş yapmasıydı; grev kırıcıları gibi boykot kırıcıları da oluşmuş oldu ancak bugün ortaya çıkan bilanço, boykottan dolayı Türkiye’deki “pazar alışverişi” ve “eğlence” vb. için harcanması beklenen 16 milyar liranın kazanılamadığı yönündeydi. Bu, işin ekonomik yanı ama hiç önemli değil. Kahir ekseriyet aslında bir süredir AKP yandaşı şirket, marka ve kişileri zaten boykot ediyordu ancak buradaki niyet, aslında hükümete ve onu destekleyenlere karşı bir “siyasi tavır” almaktı. Bu tavır zaten son on gündür sokaklardaki eylemlerle alınmaya başlamıştı. Ama bilinci, zihni ve bedeni konfora alışmış olan üst ve orta, hatta alt sınıflardan kimileri için risksiz muhalefet yapar ve siyasi tavır alırken kimse görmeden ve bilmeden tüketmeme boykotuna gitmek arzusu oluştu. Gidildi ve amaç hasıl oldu.
***
O amacın, biraz yukarıda belirttim, kendini aktif muhalefetin içinde konumlayarak “toplum olma”, “sosyal davranma” ve “yurttaşlık bilinci” olduğunu söyleyebiliriz. Çoktandır milyonlarca insan, sandık zamanı dışında da demokratik haklarını kullanıp hükümete bir ders vermek istiyordu zira “seçmen”, “tüketici” gibi siyaseten ve iktisaden “yukarıdan” kendilerine empoze edilen veya dayatılan pasif kimliklerin ötesinde aktif olmak, rol almak ve kendini göstermek isteyen yurttaşların sayısı gün be gün giderek arttı çünkü ülkemizde nicedir korkunç bir adaletsizlik, çifte standart ve baskı mekaniği yaşanmaya başlamıştı. Örneğin 100 adet yolsuzluk dosyası olan Melih Gökçek’e yargı marifetiyle dokunulmazken Ekrem İmamoğlu’na eften püften başlıklarda (ahmak, diploma, terör, yolsuzluk vb.) hükümet giydirdikçe giydirdi. Bu durum, en azından insan olan herkeste “adalet duygusu”nu harekete geçirdi: Bu kadar da olmaz denilen her şey olmaya başlayınca artık bir daha bir şeylerin olmaması için insanlar, “seçmen” ve “tüketici” olmanın dışında veya ötesinde asgari “demokrat” olmanın gereğini vicdanlarında duymaya başladılar. Tüketimden gelen gücün kullanılması anlamında boykot, tüketirken “lay lay lom” havasındaki insanları bu eylemleriyle baskıcı ve otoriter sistemi yeniden ve nasıl da kendi rıza, dahli ve davranışlarıyla ürettiklerini gösterdi ve haliyle rahatsız etmeye başladı. Boykot, toplumsal kesimleri yatay, sınıfları dikey kesip onları ortak payda ve kesişimsellikte bir araya getirirken bu iktidarın değiştirilebileceği inancını da güçlendirdi: Böyle de olsa demek ki iyi bir şeyler yapabiliyoruz!
***
Özgür Özel’in miting kürsülerinde boykot kararı aldığı marka, şirket ve kişilerin (patronların) sayısı sınırlı veya azdı. Oysa bireylerin, kendilerinin aslında bir “halk” olduğu inancını güçlendiren bir ön alma ve eylemsellikle boykotu tüm ülke sathına, piyasanın kendisine yöneltmesi, bir bakıma sistem sorgulamasına belki de gidebilecek bir adımın atılmasını sağladı. Zaten son birkaç on yıldır tüm dünyada, “yavaş şehir”, “minimal tüketim” gibi akımlarla iyice yerleşikleşen az, dengeli ve doğayı tahrip etmeden tüketme eğilimi, “sürdürülebilir kalkınma”nın da ötesinde, tüketim davranışının mantığını, sınırlarını ve içeriğini sorgulamaya başlamıştı. Bizim bu tüketim boykotunun nereye varacağı bilinmez ama artık şu atomize olmuş, apolitik ve konforuna düşkün şehirli insanların bile bir “halk” olma duygu, aidiyet ve anlamını elde edip hiç olmazsa biraz insan yerine konulma ihtiyacı duymaları azımsanacak bir şey değil. Yoksullar zaten zoraki hep boykottaydı çünkü satın alma güçleri yoktu ama orta sınıfların bunu siyasi bir güce tahvil veya tercüme etmeleri, eğer yeterince iyi organize olunursa, siyasi iktidarın denetimi altında tutmaya çalıştığı piyasa felsefesine atılmış büyük bir şamar olabilir. Ne var ki tüketici boykotunun bir sınırı var; azgın tüketime alıştırılmış şehirli yurttaşları sürekli tüketimden uzak tutamazsınız zira kazandıkları için harcamaya devam edeceklerdir. O yüzden asıl kritik nokta, tüketim değil, üretimdir: (Orta sınıf) tüketiciler iyi-kötü kazanıyorlar ama (alt sınıf) üreticiler öyle değil. Beyaz yaka çalışanların tüketmeme eylemlerinde sınıfsal bir tavır beklemek hayal ama üretici mavi yaka ve kimi ezilenler (prekarya gibi) için “kendisi için sınıf” olma imkânı her daim mevcut. Hükümet, tüketmeme eyleminden zarar gören, en azından kendi yandaş şirket ve markaları, çeşitli şekillerde sübvanse edecektir: Vergilerin silinmesi, teşvik, muafiyet, ucuz kredi, kolay ihale vb. Ama üretimin kalbinde açılan gedik kolayca telafi edilemez, grev kırıcıları da çözüm olamaz.
***
Boykot, yeni bir politika türü yaratabilir. Artık bireyciliğin siyasi çözüm olmadığına ikna olanlar için en azından periyodik olarak (bir süreliğine) toplum/halk olma, dayanışma gösterme ve işbirliğine gidip ortaklıklar kurma, en azından demokratik yurttaşlık felsefesinin güçlendirilmesinde olumlu rol oynayabilir. Örneğin, boykota destek açıkladı diye TRT dizisinden kovulan bir popüler/ünlü sanatçının takipçi sayısının anında artması çok önemli ve anlamlı. Bu basitçe “yalnız değilsin” veya “yanındayız” demek değil; bilakis “ben de senin gibi düşünüyorum” diyerek muhalif kitlenin içinde saf tutmaktır. Sanatçıların sanatçı arkadaşları için adliyeye koşup dayanışma duygularını açıklamaları, şu iktidarın işsizlikle terbiye etme politikasının artık sökmediğinin ilanıdır. Her eylem öğretir ve iyi hissettirir. Boykot da öyle olacak ve insanlığını kaybetmemiş herkes, “artık yeter!” demesini bir gün mutlaka öğrenecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.