1989’da 600 bin kamu işçisi, çeşitli eylemler yaparak ANAP iktidarını sarstı, yüzde 142 oranında zam aldı. Şimdi yine 600 bin işçinin kamu sözleşmesi gündemde. İşçide aynı kıpırdanma yok yalnız İmamoğlu olayı ile birlikte toplumsal muhalefet ayakta. Bakalım emek hareketi AKP iktidarına karşı gücünü gösterebilecek mi?
Türkiye, bu mart ayında da sosyal ve siyasal yönden hareketli bir sürece girdi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması üzerine 19 Mart 2025’ten itibaren başlayan eylemlilik süreci Saraçhane mitingleri, ülkenin birçok yerinde AKP iktidarına yönelik protesto hareketleri ve 29 Mart’ta Maltepe’de iki milyondan fazla insanın katılımıyla gerçekleşen büyük bir mitingle daha üst boyuta taşındı.
Bu eylemlilik süreci, sadece İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik bir protesto hareketi olmayıp AKP iktidarının 20 yıldan fazla uzun süren baskıcı yönetimine, diğer bir ifadeyle “Tek Adam Rejimi”ne karşı bir tepki olarak değerlendirilebilir.
Kuşkusuz ekonomik zorluklar, derin yoksulluk ve gelir dağılımın iyice bozulması da kitleleri harekete geçirmektedir. Özellikle gençlerin geleceksizlik kaygısıyla cesur direnişi, halkın korku duvarını aşıp bir toplumsal muhalefet hareketi halinde mevcut siyasal İslamcı rejimin otoriter ve faşizan gidişine bir tepki olarak ortaya çıkıyor.
Bu süreçte işçi sınıfının örgütlü ve kitlesel bir katılımından ziyade bireysel katılımlarının daha fazla olduğu dikkati çekmektedir. DİSK, KESK ve Birleşik Kamu-İş gibi sendikal yapılar aktif olarak katılım sağlamakla birlikte işçilerin sendikal anlamda daha örgütlü olduğu ve niceliksel anlamda daha ağırlıklı olan Türk-İş ve Hak-İş gibi kuruluşların yönetim düzeyinde pek sesi çıkmadığı, eylemlere katılımının da söz konusu olmadığı ortadadır.
Bu yıl Türk-İş ve Hak-İş’in üyelerini kapsayacak düzeyde 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu sözleşmeleri gündemdedir. Her iki konfederasyon, hükümete daha doğrusu kamu işveren sendikalarına tekliflerini vermiş ancak işveren tarafından henüz bir cevap alınamamıştır.
Konfederasyonların ortak teklifinde, işçinin taban ücretinin brüt 54 bin liraya çıkarılması ardından da yüzde 50’lik zamla en düşük ücretin brüt 81 bin liraya yükseltilmesi talep edilmiştir. En düşük ücret bu zam talebiyle birlikte net 60 bin lira dolayına gelmektedir. Yoksulluk sınırı ise 75 bin lirayı geçmiştir.
AKP Hükümeti’nin asgari ücrete yaptığı yüzde 30’luk zam dikkate alındığında ve iktidarın bu zam düzeyde ısrar etmesi halinde kamu sözleşmelerinde uyuşmazlığın çıkması mümkün gözükmektedir. Ancak sendikaların nasıl bir tepki vereceği şimdilik pek net değildir.
Oysa 1989 yılının böyle bir mart ayında ve takip eden süreçte 600 bin kamu işçisini ilgilendiren sözleşmelerde Türk-İş ile Turgut Özal’ın başbakan olduğu ANAP (Anavatan Partisi) iktidarı arasında ciddi sürtüşmeler çıkmış ve 89 Bahar Eylemleri denilen olaylar meydana gelmişti. Şimdi kısaca o tarihteki olayları hatırlamaya çalışalım.
Kamu kesiminde çalışan işçiler, 1989 yılının mart, nisan ve mayıs aylarında 600 bin işçiyi kapsayan toplu sözleşme görüşmelerinin uyuşmazlığa uğraması üzerine ANAP iktidarına karşı protesto eylemleri yaptılar.
1989 Bahar eylemleriyle Özal yönetimine ciddi tepkiler oluştu. Bu eylemlerde, on binlerce işçi, işyerlerinde direniş, iş yavaşlatma, viziteye toplu çıkma, fazla mesaiye kalmama, vezne önünde kuyruk oluşturma, servis araçlarına binmeme, yemek boykotu gibi etkinliklere başvurdu.
Eylemlerle birlikte 26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde ANAP, büyük bir oy kaybına uğradı. ANAP’ın 1987 genel seçimlerinde yüzde 37 olan oy oranı, 1989’da yerel seçimlerinde yüzde 21,8’e düştü. Özal’ın partisi, SHP ve DYP’nin ardından üçüncü parti konumuna indi.
Bahar eylemlerinde, 12 Eylül 1980 darbe koşulları ve ANAP hükümetleri döneminde yaşanan ciddi reel ücret kayıpları ve yoksullaşma, büyük rol oynadı. Bu eylemlerinin oluşmasında işçilerin net ücretlerinin 1980’den 1988 yılına kadar 100’den 34’e düşmesi de önemli bir faktördü.
Bir başka deyişle eylemler, 12 Eylül askeri yönetimi döneminde çıkarılan sendikal yasalarla işçi hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını ve toplumsal gelir dağılımında işçi sınıfı aleyhine yaratılan gerilemeye bir tepkiydi.
Yazılı basın da o dönem bu eylemlere geniş bir şekilde yer vermeye başlamıştı. Kişisel olarak o dönemde çalıştığım Günaydın gazetesinde, 17 Nisan 1989 tarihli ve “9 yıllık birikimin tepkisi” başlıklı bir haber yapmıştım.
Haberde, eski çalışma bakanlarının, bilim insanlarının ve sendika uzmanlarının değerlendirmesi yer almıştı. Bu değerlendirme şu yedi noktada toplanıyordu:
“1. Bu eylemler, dokuz yıldır uygulanan ekonomik modele işçinin birikmiş tepkisidir.
2. Türkiye’de işçi hareketi tarihinde ilk kez bütün işkollarında ve bütün bölgelerde başlayan kendiliğinden bir harekettir.
3. Ücret mücadelesi ağırlıklı sosyal bir eylemdir, işçilerin siyasi görüşleri ön planda değildir.
4. İşçi eylemi, başlangıçta sendika yönetimlerini aştı ancak sendika yöneticileri de yavaş, yavaş harekete sahip çıkıyor.
5. Yüzde 100-120 zam, bu enflasyonist ortamda yeterli değil. Yüksek ücret zammı birlikte gelir dağılımı politikalarında köklü değişiklik gereklidir.
6. Ekmek mücadelesi giderek özgürlük mücadelesini kapsayacak. Ekonomik taleplerin yanı sıra sendikal hak ve özgürlüklerin genişletilmesi de gündeme gelecek.
7. Bu hareket, sendika yönetimlerinde değişikliğe yol açabilir.”
Günaydın gazetesi, 17 Nisan 1989
7 Nisan 1989
ANAP’ın yerel seçimlerdeki kaybı da, işçiler ve sendikalar açısından özgüvenlerinin artmasına katkı sağladı. Kimi işçi kesiminde var olan korku ve siyasal gerekçeler, giderek sönümlendi ve hareket kitleselleşince sınıf aidiyeti ve birliği pekişti.
Bahar eylemleri, süreç içinde siyasal bir nitelik kazanarak ANAP Hükümeti’ni doğrudan doğruya hedef aldı. Eylemler sırasında sıklıkla siyasal iktidarı protesto eden sloganlar atıldı. Eylemler, zaman, zaman bir genel grev havasına da bürünmüştü.
Yüzde 142’lik zam
Sonuçta, Türk-İş’le ANAP Hükümeti arasında 600 bin kamu işçisi adına 18 Mayıs 1989 günü anlaşmaya varılan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde yüzde 142’lik bir zam alındı. Oysa bahar eylemleri öncesinde hükümet yüzde 40 dolayında bir ücret zammından söz ediyordu. Böylece ANAP Hükümeti, eylemler sonucunda birinci yıl için ortalama yüzde 142’lik bir zammı kabul etmiş oldu.
Bunu memur zamları izledi. Özel sektör işçileri de bu oranlara yakın zam elde ettiler. Böylece işçi sınıfı, emekçi kesim, 1980 darbesinin olumsuz koşullarını lehine çevirmeyi başardı.
Bahar eylemlerinin ardından 1991 yılındaki Zonguldak Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü, ANAP iktidarını iyice sarstı. Ankara yürüyüşüne 48 bin madenci ile birlikte tüm Zonguldak halkının katılması ve diğer sendikaların, partilerin, aydınların desteği eylemin başarılı olmasında etkili oldu. ANAP, 1991’de genel seçimleri de kaybetti. Sosyal demokrat SHP, Demirel’in liberal eğilimli DYP’si ile birlikte iktidara geldi.
Günaydın, 12 Nisan 1989
Bahar eylemleri, Tük-İş’teki birçok sendikada daha mücadeleci kadroların işbaşına gelmesine de yol açtı. Bu süreçte, 711 şubenin 338’inin şube başkanları değişti. Aynı dönemde Türk-İş’e bağlı 32 sendikanın 15’inin de genel başkanları da yenilendi. Bu arada Türk-İş genel merkez yönetimi de değişmiş oldu.
Eylemlerin başlamasında ve sürdürülmesinde mücadeleci şubelerin ve özellikle İstanbul Sendikalar Şubeleri Platformu’nun da önemli bir etkisi oldu. DİSK henüz o süreçte açılmadığı için Şubeler Platformu, Türk-İş ve bağımsız sendikaların şubelerinden oluşuyordu.
1980 sonrasını ve özellikle 1989 Bahar Eylemleri’ni içeren sendikal hareketi değerlendirdiğimizde, işçi sınıfının ekonomik çıkarları başta olmak üzere ciddi bir toplumsal tepki gösterdiğini ancak emek hareketinin alternatif bir siyasal hedefinin olmayışı nedeniyle ya da diğer bir ifadeyle işçi sınıfına önderlik edebilecek politik bir partinin eksikliği sonucunda daha sonraki dönemlerde bu mücadelenin sönümlendiği görülecektir.
İçinde bulunduğumuz süreçte toplumsal muhalefetin CHP’yi de aşan bir düzeyde etkinlik ve eylemlilik sağlaması, önemli bir moral kaynağı oluyor ancak bu sürece emek hareketinin de katkı sağlaması gerekiyor.
89 Bahar Eylemleri’nde Tük-İş’e bağlı mücadeleci sendikaların ve öncü işçilerin de ne kadar önemli olduğunu ifade etmeğe çalıştık. Daha önceki yazılarımızda da Türk-İş’in 1987’de siyasi yasakların kalkması ve 1995’te Çiller Hükümeti’nin düşmesindeki rolünden söz etmiştik.
Keza Türk-İş, 1991 ‘de ve 1999’da da genel eylem ve ülke çapında iş bırakma eylemi kararlarını almış bir işçi kuruluşudur. Ülkemizde demokratik bir sürecin yaşanması, siyasal İslamcı iktidarın faşizan bir süreci dayatmasına karşı tavır konması ve gelir adaletsizliğin iyice bozulduğu, derin bir yoksullaşmanın var olduğu bir düzenin değişmesinin istenmesi, öncelikle emek örgütlerinin görevleri arasında yer alıyor.
Anayasada da 2010 değişikliği ile birlikte “siyasal amaçlı grevlerin, dayanışma grevinin ve genel grevin yasaklanmasının kaldırıldığı” dikkate alındığında işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanması meşru bir hak haline geliyor.
AKP artık bu ülkeyi yönetemiyor, halk bunu fark etti, tavrını ortaya koyuyor. Toplumsal muhalefetin ve onun önemli bir aktörü olan işçi sınıfının da üretimden gelen gücünü kullanarak daha demokratik, insanca yaşanabilir bir düzen için harekete geçmesi, 1989 Baharı gibi 2025’in baharını gerçekleştirme yolunda yürümesi, demokrasi tarihimizin önemli bir kazanımı olacaktır…
Kaynak: soL
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.