Halk muhalefetinin öncülüğünde ve ana muhalefet partisinin de desteği ile ortaya çıkan boykot eylemleri, iktidar bloğundaki krizi daha da fazla derinleştirecektir. Bu yüzden sınıf mücadelesinin bir esas mevzi mücadelesi buradan geçmektedir. Boykot mücadelesinin ilerleyen zamanlarda daha kapsamlı ve kararlı bir şekilde yürütülmesi için boykot meclislerinin veya komitelerinin oluşturulması, mücadelenin politik bir temsiliyet ile yürütülmesi önemlidir
19 Mart darbesi; liberal demokrasi tartışmalarına veyahut onunla şekillenen temsili demokrasi yani kutsanmış bir Meclis hakimiyetinin ve halk iradesinin (bugünün popüler deyimi ile millet) geçerliliğini sorgulamak bir yana artık tamamen işlevsiz bir hale geldiğini son birkaç yıllık deneyimler ışığında bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor.
Olağan hale gelmiş seçim çağrıları veya sandıkta hesaplaşma vurguları, kapitalist devlet anlayışının sınırlarını belirlediği biçimsel bir demokrasi anlayışının tezahürüdür. Dolayısıyla siyasal alanın kime ne kadar açık olacağı ya da daraltılacağı iktidarın elindedir. Geniş halk kesimlerini ilgilendiren ekonomik ve sosyal sorunlar ve bu sorunların etrafında gelişebilecek itirazlar ya da itirazların siyaset alanına taşınması, kapitalist devlet anlayışının sözde demokrasisinin ilgi alanına girmez.
Demokrasiyi biçimsel olarak sandığa mahkûm eden ve onun etrafında şekillenecek sözde millet iradesini esas alan bu anlayış esasen koca bir yanılsamadır. Bir başka deyişle halk iradesinin sandık ve oy ilişkisi etrafında belirlenmesi bir yanıyla burjuva demokrasinin bir kontrol ve yönetme biçimidir. Aynı zamanda gerçek halk demokrasisinin de içeriğinin boşaltılmasıdır. Kısacası burjuva demokrasisi, belirli bir azınlığın hakimiyetini pekiştiren bir düzenin yapı taşı, sınıf savaşımlarının keskinleştiği dönemlerde düzenin meşrulaştırma aracından başka bir şey değildir. Emekçi sınıfların, yoksul halk kitlerinin, güvencesiz gençlerin talep ve mücadelelerinin siyasal alana yansımasının engellenmesi, engelleyemediği ölçüde ise baskı yolu ile ötekileştirilmesidir.
İşte bu yüzden Türkiye siyasi tarihine 19 Mart darbesi olarak giren tarihsel eşiğin kendisi; burjuva siyasetinin, bu siyaseti kutsayan yani sandık ve mücadele tartışmalarında biçimsel demokrasiyi araçsallaştıran düzen ile uyumlu sol liberal uzlaşmacı anlayışın iflasının geç idrak edilmesinin acı gerçeğidir. Kayyım tartışmaları öznelinde sandıktan çıkan iradeye saygı gösterme çağrısı sadece iyi niyetli bir temenniden öte anlam taşımamaktadır. Zira demokrasinin sınırlarını belirleyen, mevcut iktidarın ve onun tarihsel blok içerisindeki ortaklarının kendi çıkarlarıdır.
Hukuk ve demokrasi, Mayıs 2023 seçimlerin öncesinde sözde muhalefetin diline pelesenk olmuş iki kelimeydi. Anaakım burjuva iktisatçıları ve iktidar karşısında konumlanan düzenle uyumlu muhalefet, uluslararası yatırımcıların yani sermayenin ülkeye gelmesinin tek ön koşulu olarak demokratik bir hukuk devletine dönülmesini dile getiriyorlardı. Mehmet Şimşek’in 2023 Mayıs seçimleri sonrasında tekrar göreve gelmesi bu cenah tarafından açıkça dile getirilmese de üstü örtülü olarak her zaman desteklenmişti. Hukuk ve demokrasi ne yerli ne de küresel sermayenin birincil ön koşuludur. Esas olan sermayenin kendi çıkarlarıdır. Marx, Hegel’in hukuk felsefesi eleştirisinde bürokratik iktidar yapısının rahipler topluluğunu andırdığına değinir. Kapitalist devlet anlayışında hukuk ve demokrasi kaderleri birbirlerine türlü yollardan bağlı bu topluluğun anayasal güvencesidir.
19 Mart darbesi ile gelişen yeni durumun ekonomik ve siyasal olarak değerlendirilmesi bir başka deyişle ezilen sınıflar ve yoksul halk kitleleri açısından ele alınması, öncelikle son iki yıldır ülke de zor ve baskı yoluyla uygulanan ekonomi politikalarının siyasal içeriğini tekrar kavramak ile mümkündür. Şimşek’in yeniden göreve geldiği tarihten itibaren ekonomi politikalarında herhangi bir şok terapisi uygulamayacağız dese de son 2 yıldır uygulanan; ücretlerin baskılanması, kemer sıkma politikaları, yüksek enflasyon vb. politikalar bunun tam tersini ortaya koymaktadır.
Türkiye’de son 5 yıldır artan bölüşüm krizi ve bunun bir neticesi olarak yoksulluğun ve işsizliğin derinleşmesi, özellikle 2022 Ocak ayından başlayan ve bugüne kadar devam eden irili ufaklı işyeri direnişlerini açığa çıkarmış, fiili eylem ve grevlerin artmasına neden olmuştur. Şimşek politikalarının bu süreçteki temel hedefi uluslararası sermayeyi ikna çabaları ve olası bir ödemeler dengesi krizini bertaraf etmek için ülkeye yabancı döviz girişini sağlamak üzere kuruluyken, içeride ise emeği baskılamak, ücretleri düşürmek ve kamu harcamalarını başta sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik harcamaları olmak üzere aşağı çekmek üzerine kurulmuştur. Yeni dönemde yoksul ve emekçi halk kitleleri üzerinde ekonomik şiddetin ve baskının arttırılmasındaki yegâne sebep adına şimşek politikaları denile 12.kalkınma planı bir diğer adıyla orta vadeli programın sorunsuz bir şekilde uygulanmasıdır.
Öyle ki 2023 yılından bugüne kadar yerli kemer sıkma politikaları ve derinleşen yoksulluk neticesinde biriken rezervlerin 19 Mart tarihi itibari ile gelişebilecek döviz şoklarına karşı bu rezervlerin yakılması iktidarın halen bu ekonomi politikalarını yürütme noktasında hassas ve kırılgan bir noktada durduğunu ortaya koymaktadır. İşte bu yüzdendir ki Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması meselesi sadece iktidarın karşısındaki bir rakibi ekarte etmesi ile sınırlı bir olgu değildir. Esasen mevcut iktidar koalisyonun sürekli ve her an yaşayabileceği krizlere karşı baskı ve şiddet yolu ile ön almasının bir başka örneğidir.
İktidarın yürütmüş olduğu bu baskı politikalarının tek amacı, mevcut ekonomi politikaların yaratacağı etkilere karşı, yoksul emekçi halk kitlelerinin öfke ve isyanını bastırma ya da gözdağı vermektir. 24 Ocak kararlarının uygulanabilirliği nasıl 12 Eylül faşist cuntasına ihtiyaç duyduysa bugün de mevcut ekonomi politikalarının uygulanabilirliği sürekli baskı ve şiddet uygulamalarına ihtiyaç duymaktadır.
Yazının bir önceki bölümünden hareketle; iktidarın hem 19 Mart operasyonu hem de Trump’ın başlatmış olduğu gümrük vergilerinin arttırılması ile hız kazanan ticaret savaşları, iktidar açısında iyice belirsizleşen ve içinden çıkılmaz hale gelen ekonomik durumun daha da karmaşık bir hale gelmesine neden olacak. 2023 yılından itibaren sert bir şekilde uygulanan enflasyon hedeflemesi rejimi de kuvvetle ihtimaldir ki bu yıl sonu için beklenen seviyelere ulaşmayacak.
İşte tam da bu nokta da halk muhalefetinin öncülüğünde ve ana muhalefet partisinin de desteği ile ortaya çıkan boykot eylemleri, iktidar bloğundaki krizi daha da fazla derinleştirecektir. Türkiye’de son 5 yıldır yüksek enflasyon ortamını fırsat bilerek karlarını katlayan ve ücretleri ezen süper imtiyazlı şirketlere yönelik boykot eylemlerinin sürekli hale gelmesi halk muhalefeti açısından önemli bir eşiktir. Bu yüzden sınıf mücadelesinin bir esas mevzi mücadelesi buradan geçmektedir. Boykot mücadelesinin ilerleyen zamanlarda daha kapsamlı ve kararlı bir şekilde yürütülmesi için boykot meclislerinin veya komitelerinin oluşturulması, mücadelenin politik bir temsiliyet ile yürütülmesi önemlidir.
Buna ek olarak genel grev tartışmalarının yapılması esasen işçi sınıfının içerisinde bulunduğu örgütlü yapıların durumu ile ilgili de bir eleştiri konusudur. Zira genel grev çağrısının öncelikli muhatabı bürokratik ve yozlaşmış sendikal anlayış olmamalı, muhatap bu yapılara karşı da direnen, ülkenin dört bir yanında son birkaç yıldır mücadele deneyimi kazanmış öncü ve mücadeleci sendikaların inisiyatifi ile şekillenmelidir. Siyasetin siyasetsizliğini aşacak irade, proleter yoksul halk hareketinin mücadelesinin yükseltilmesinden geçmektedir.
19 Mart darbe süreci ile başlayan öznelinde ana muhalefet partisini ama genelinde ana muhalefet partisini de aşan toplumsal muhalefetin demokratik ve sınıfsal taleplerinin içeriği ve buna uygun mücadele pratikleri geleceğimizi belirleyecektir. Bu süreçten devrimci kopuş dinamiğinin kendisi halkın kendi öz gücüne dayanan, doğrudan demokrasiyi esas alan ikili iktidar organlarını adım adım bugünden kurmaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.