Bir ulusal kurtuluş hareketi olarak heterojen nitelikler gösteren Kürt siyasi hareketinin içindeki burjuva milliyetçi damar, aradan geçen on yıllarda göreli olarak güçlendi. Emperyalizmle Rojava’daki metazori ve Başûr’daki hevesli işbirliği, burjuva Kürtlerin sınıfsal doğasından gelen emperyalizme uşaklık arzusunu kamçıladı. Bunlar, Ortadoğu’daki güçler dengesini mazeret tutarak bu arzularını gerçekleştirmek için yanıp tutuşuyorlar. Türkiye Devrimci Hareketi’nin bir parçası olarak ortaya çıkan Kürt siyasi hareketinin “genetiğindeki” sosyalist (ve pratik düzeyde değilse de kuramsal düzeyde anti-emperyalist) kodlar onları çileden çıkarıyor. DEM Parti içindeki “Türk Solu”nu suçlayıp dursalar da dertleri Türk’le değil Sol’la
Yeterince yakından bakılınca, her sorun bir diyalektik sorunudur. Dünyayı anlama yolunda işleyen tek metot olan diyalektik, Marx ve Marksistlerin elinde ulaştığı en yetkin biçiminde bir “ana halka”yı yakalama, çelişkinin “başat yönü”nü saptama, sorunu “doğru koyma” meselesidir. 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı’ndan bu yana, dünyada aklı başında, vicdanı döşünde her insandan farklı olarak, Filistin ve Lübnan halkının yanında sallantısız durmayı başaramayan “muhalif”lerin haklı bir tepki çeken bu tutumları, asıl olarak bu ana halkayı kavrayamamalarından kaynaklanıyor.
Lenin’in 1916 Tarihli Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması broşüründe dile getirilen fikirlerin ışığında dünyanın bugününü (evet, en az bir asırdır “bugününü”) “emperyalizm ve devrimler çağı” olarak tarif edenler için, bu ana halka emperyalizmdir. Bu çağda herhangi bir eylemin veya hareketin ilerici olup olmadığı, bugünün dünyasını gerinin karanlığında tutan emperyalizme karşı olup olmadığıyla belirlenir. Çünkü bu çelişkisi bol dünyada bütün çelişkiler gider gider, “son kertede” emperyalist sisteme dayanır. Kerteriz budur, kıstas budur.
Bu kıstas bize “naif” anlamında “saf” olmayı öğütlemez. Örneğin, her “emperyalizme karşıyım” diyeni yahut hasbelkader emperyalizmle kısa vadeli çıkar çatışmaları yaşayan her özneyi anti-emperyalist görmeyi gerektirmez. Ama bu kıstas bize “pür” anlamında bir “saf”lık arayışı da önermez: Bu çağda emperyalizme karşı tutarlı tek politika Marksist-Leninistler’den gelebilir ama M-L olmayanlar da emperyalizmle sahici çelişkiler yaşayabilir ve bu çelişkilerinin sonucunda sömürgecilerle savaşa tutuşabilirler. Naif değil arif olduğumuz takdirde, yeterince gözlemlediğimiz bir öznenin emperyalizmle çatışma içinde olup olmadığını bilmek o kadar da güç değildir.
Emperyalizmle çatışmaya girenlerin epey bir kısmı gerici yanlar barındırır, yine en az bir asırdır böyledir bu. Milliyetçiler ve dinciler de emperyalizmle çatışabilirler – çatıştılar da. Ana halkanın emperyalizm olduğunu görenler, bu çatışmalarında onların yanında, ideolojilerinin gerici ucunu halka karşı yönelttiklerinde ise onların karşısında dururlar.
Emperyalizm, 2. Dünya Savaşı sonuna kadar faşizmi kendi coğrafyasında uyguladı ve başka coğrafyalara işgal yoluyla yaymaya çalıştı ama bu macera Sovyetlerin ayakları altında ezildikten sonra, 75 yıldır bu maliyetli iktidar yöntemini kendi topraklarında değil sömürge coğrafyalarda uygulamayı tercih ediyorlar. Çayan bunu “sömürge tipi faşizm” diye tanımlayarak örneğin Alman ve İtalyan faşizminden ayırıyordu. Emperyalizmle muarızları arasındaki yukarıda tarifi geçen bol değişkenli denklem, yeni sömürge ülkelerde katmerlenir. Bizim gibi bir ülkede kendi faşizmiyle çok derin çelişkiler içinde olan bazı kesimlerin emperyalizmle hiç çatışması olmayabilir, dahası azımsanmayacak bir kısmı, emperyalizmin kendilerini faşizmden kurtarabileceği gibi (artık “saf” kelimesi burada fazla hafif kalıyor) ahmakça hülyalara kapılabilirler.
Bugünün Türkiye’sinde soykırımcı İsrail politikalarının yanında açık veya örtük saf tutanları dört kategoride sıralayabiliriz:
Türkiye ve Kürdistan devrimci solu istisnasız bütün kanatlarıyla bu kirli konuma en uzak yerde duruyor. Ancak bu, içlerindeki ve çevrelerindeki bireylerin etkilenmediği anlamına gelmez. Bu yüzden, açık ideolojik ve siyasi hasımlarımız olan ilk iki kategoriyi bir kenara bırakıp son iki kategoriye bakalım:
Bir ulusal kurtuluş hareketi olarak heterojen nitelikler gösteren Kürt siyasi hareketinin içindeki burjuva milliyetçi damar, aradan geçen on yıllarda göreli olarak güçlendi. Emperyalizmle Rojava’daki metazori ve Başûr’daki hevesli işbirliği, burjuva Kürtlerin sınıfsal doğasından gelen emperyalizme uşaklık arzusunu kamçıladı. Bunlar, Ortadoğu’daki güçler dengesini mazeret tutarak bu arzularını gerçekleştirmek için yanıp tutuşuyorlar. Türkiye Devrimci Hareketi’nin bir parçası olarak ortaya çıkan Kürt siyasi hareketinin “genetiğindeki” sosyalist (ve pratik düzeyde değilse de kuramsal düzeyde anti-emperyalist) kodlar onları çileden çıkarıyor. DEM Parti içindeki “Türk Solu”nu suçlayıp dursalar da dertleri Türk’le değil Sol’la. Bir an önce Türk egemenleriyle “barış”ıp Kürt ve göçmen işçileri köle gibi çalıştırarak KOBİ’lerini büyütmenin ve emperyalist dünyaya ihracat yapmanın rüyasını görüyorlar. Bu satılık burjuvaların satın aldığı veya kandırdığı Kürt emekçileri ve aydınları da var elbette ki bu ağ, hem sosyal medyada hem de Kürt medyasında kendi dallarına ve budaklarına sahip.
İsmail Beşikçi’den bu yana Türk aydınlarının içinde, Kürt hareketinin yanında saf tutan ama ideolojik konumları yahut ezen ulustan olmanın psikolojik yansıları hasebiyle hareketin en geri ve gerici milliyetçi yanlarını desteklemeyi kendilerine misyon edinenler var. Beşikçi hocanın saygın kimliği ve ödediği büyük bedeller bu konumu eleştirmeyi bilhassa zorlaştırsa da bu konum, giderek gericileşen Kürt burjuva milliyetçiliğinin Türk entelijansiyasındaki izdüşümü ve temsili niteliğinde.
Teorik düzlemde Marx’ı Fanon’la ikame etmeye çalışan bu kesim, Fanon’un aziz ruhunu acıtarak emperyalizmle köprüler kurmaya çalışıyor yahut aynı sonuca çıkacak şekilde emperyalizmle çatışan başka halkların mücadelesine kara çalmaya çalışıyorlar. Bunlar, kendi sömürgeciliğine karşı sallantısız bir tutum alan Sartre olmak isterken kendilerini sol geçmişini kirliye çekip De Gaulle’ün hizmetine giren bir Malraux konumunda buluyorlar. Fanon yalnızca bir kolonyalizm karşıtı değil bir anti-emperyalistti, kendi halkının kurtuluşu için mücadele ederken başka halkların kurtuluş mücadelesine kara çalmayı aklına bile getirmezdi. Arabistanlı Lawrence hayranı Malraux ise Cezayir savaşı sırasında De Gaulle’ün Kültür Bakanlığı’nı üstlenmişti.
7 Ekim’in hemen ardından sendika.org için yazdığım “Büyük Kötülük, Küçük Kötülük”, şunu öne sürüyordu: “Yeryüzündeki şiddet düzeni şiddetsiz ortadan kalkmaz. Kişisel ve etik nedenlerle şiddet orucu yapmaya karar versek bile zulüm, dünyanın her yerinde zorunlu olarak direnişi ve direnişin haklı şiddetini doğurur. Haksız şiddetin nihai olarak ortadan kalkması ancak komünizmle mümkündür.” Dünyanın bugününü emperyalizm mihverinin etrafında ve karşısında yer alanlar şeklinde sınıflandıran komünistler, direnişin haklı şiddetini koşulsuz desteklerken, direnen halka karşı gerçekleştiren soykırımı tereddütsüz reddederler. Sartre’ın da Fanon’un da tek mirası budur. Emperyalizm çağında emperyalizmle dirsek ve gönül temasını koruyanları ise soykırım ve katliam sisteminin tali aparatları olmaktan başka bir şey beklemiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.