DİSK 14. Olağan Genel Kurulu’nu 10-12 Şubat tarihlerinde gerçekleştirdi. Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici DİSK Genel Başkanı oldu. Genel kurulda yönetim kuruluna aday olduğunu kürsüden açıklayan Arzu Çerkezoğlu, ilk turda 198 oy, ikinci turda 166 oy alarak yönetim kuruluna seçilemedi. Ancak Çerkezoğlu’nun adaylığı genel kurulun en çok konuşulan olayı oldu. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu […]
DİSK 14. Olağan Genel Kurulu’nu 10-12 Şubat tarihlerinde gerçekleştirdi. Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici DİSK Genel Başkanı oldu. Genel kurulda yönetim kuruluna aday olduğunu kürsüden açıklayan Arzu Çerkezoğlu, ilk turda 198 oy, ikinci turda 166 oy alarak yönetim kuruluna seçilemedi. Ancak Çerkezoğlu’nun adaylığı genel kurulun en çok konuşulan olayı oldu. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile DİSK Genel Kurulu’nu ve sonrasını konuştuk
“Önümüzdeki dönemde DİSK’te bir takım şeylerin açığa çıkması ve sorgulanması açısından da önemli. Aslında sokaktakiler sokaktakileri destekledi. Sonuçta geleneksel, klasik sendikal anlayışa rağmen DİSK içinde bir devrimci müdahalenin olanaklarının ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu başarı tek başına benim ya da sendikamızın başarısı değil. Bu başarı, güvencesizleştirmeye karşı, taşeronlaştırmaya karşı fiili-meşru-militan mücadelenin, yani sokağın başarısıdır. Bunu çok açık bir biçimde görebiliriz. Aynı zamanda bu sonuç; işçi sınıfı açısından ve sendikal hareket açısından güvencesizliğe karşı mücadelenin, yeni işçi hareketinin temel ekseni, temel bileşeni ve temel belirleyeni olduğunu açığa çıkarmış oldu. Bu belirleyicilik ne genel kurul salonlarıyla, ne tüzük maddeleriyle, ne de kağıt üzerinde yapılan ittifaklarla sınırlanabilir bir durum değil. Genel kurul bunu göstermiştir.”
DİSK’in 14’üncü Olağan Genel Kurul’u sona erdi. Nasıl bir tablo ortaya çıktı?
DİSK’in 14. Genel Kurulu aynı zamanda DİSK’in 45’inci kuruluş yıl dönümünde gerçekleştirildi. Aslında hepimizin bildiği gibi genel kurullar tüm örgütler açısından, özellikle sendikalar açısından bir dönemin değerlendirildiği, muhasebesinin yapıldığı, yeni dönemin ihtiyaçlarının, programının tartışıldığı ve örgütün de ona göre yeniden şekillendirildiği, yenilendiği süreçlerdir. DİSK Genel Kurulu olağan bir genel kurul olmanın ötesinde ülkedeki rejimin dönüşüm programının son hız sürdüğü, sendikal alanın yeniden yapılandırılmasına dönük ciddi yapısal adımların atıldığı, bir diğer taraftan tüm dünyada kriz tartışmalarının olduğu bir dönemde gerçekleştirildi. Dolayısıyla buradan bakıldığında bu genel kurulun sonuçlarının sadece önümüzdeki 4 yılı değil, uzun bir süreci belirleyecek sonuçlar ortaya çıkartacağını genel kurul öncesinde de çok sık söylemiştik.
Esas olarak genel kurul, AKP’nin üçüncü iktidar döneminde, yani sendikal alanın bütünüyle yeniden yapılandırıldığı bir dönemde gerçekleştirildi. 2821 ve 2822 sayılı yasaların, adında “sendika” sözcüğünün bile geçmediği Toplu İş İlişkileri Yasası adıyla, devletin ve sermayenin sendikal alanda doğrudan denetimine ve müdahalesine açık bir biçimlenmenin önünü açtıkları bir dönemde gerçekleştirildi.
Bunların temelinde 30 yıldır uygulanan neoliberal politikalar var ve biz bunların sonuçlarının ortaya çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye’de çalışma hayatına ve istihdama baktığımızda bugün 20 milyondan fazla işçinin olduğu bu ülkede, yarıdan fazlası kayıt dışı çalıştırılıyor, tamamına yakını da çeşitli biçimler altında güvencesiz çalıştırılıyor. Her 4 kişiden birinin ve her 3 gençten birinin işsiz olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Her 6 dakikada bir, eğer kaza denecekse, iş kazasına uğradığımız, sadece ocak ayında 62 işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği, güvencesiz çalıştırmanın artık en ağır sonuçlarının yaşandığı bir dönemdeyiz.
Aslında bugün sendikal hak ve özgürlükler, güvencesiz çalıştırma temelinde fiilen ortadan kaldırılmış durumda. Bu duruma AKP’nin kendi iktidarını sağlamlaştırma ve yapısal adımlar atmak için uyguladığı yoğun bir baskı politikasının eşlik ettiğini söylemek mümkün. Hak arayanın, mücadele edenin, başta Kürt halkı ve emekçiler olmak üzere çok yoğun baskıların yaşandığı bir dönemde DİSK Genel Kurulu’nu gerçekleştirdik.
DİSK’in 14. Genel Kurulu’nun önündeki görev tüm bunları değerlendiren ve geçmiş dönemdeki eksikleri giderecek yeni bir programla, yeni mücadele hedefleri ve bu hedeflere ulaşacak bir mücadeleye öncülük edecek kolektif bir iradeyi ve önderliği açığa çıkarması idi. 2 yıl boyunca Türkiye’de seçim yok. 2 yıl boyunca aslında temsili parlamenter sistemin de büyük ölçüde devre dışı olacağı bir dönem. Seçimlerden hemen sonra 6 ay boyunca 37 tane kanun hükmünde kararname ile meclisi devre dışı bırakarak ülkeyi yöneten bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu açıdan bakıldığında AKP’nin bu baskıcı şoven, emek düşmanı politikalarını önümüzdeki dönemde sürdürmeyi hedeflediği görülüyor.
Böylesi bir süreçte aslında sokağın ve fiili mücadelenin daha da fazla öne çıkması gerekiyor. Bugün çok açık biçimde ortaya çıkmıştır ki, sendikal alandan baktığımızda bir işyerindeki basit gibi görünen bir sorunla mücadele etmek; sistemin kendisiyle mücadele etmektir, sistemle hesaplaşmayı gerektirmektedir ve başından itibaren devrimci biçimler altında örgütlenmek zorundadır.
Kapitalizmin nispi refah dönemindeki gibi emekçiler açısından kısmi kazanımların olduğu süreç içinden geçtiğimiz neoliberal dönemde sermaye açısından kapanmıştır. Dolayısıyla başından itibaren bütünüyle devrimci biçimler altında örgütlenmesi gereken ve işçi sınıfının iktidarı hedefleyen ve sistemin kendisiyle hesaplaşan bir sendikal çizginin gerekli olduğu bugüne kadarki deneyimlerle ve örneklerle açıkça ortaya çıkmıştır. Aslında AKP de, sermaye de bu süreci bildiği için bir taraftan sendikal hareketi bir takım yasal düzenlemelerle denetim altına almaya çalışıyor, diğer taraftan da kendi yandaş sendikalarıyla, devlet güdümlü sendikalarla işçi sınıfını bölerek, parçalayarak bu süreçteki özneleri etkisiz hale getirmeye ve hareket alanlarını sınırlamaya çalışıyor.
Bütün bunları gören ve başta kendini bu yeni mücadele sürecine hazırlamak zorunda olan, kendi iç işleyişinden başlayarak tepeden tırnağa devrimci bir yenilenmenin yaşanması gereken bir DİSK karşı karşıyayız. Bu açıdan bakıldığında DİSK genel kurulunda yapılan birçok tartışma bu anlamda önümüzdeki dönem açısından önemli ipuçlarını da ortaya koydu.
Yenilenme süreci ve geçmişin muhasebesinin yapıldığı ve AKP’nin saldırılarının yoğun olduğu süreçte yapılan bu genel kurul sizin az önce saydığınız beklentileri karşıladı mı? Ya da bu anlamda tartışmalar yaşandı mı?
Bu genel kuruldaki tartışmalara bütün olarak baktığımızda taşeronlaştırmaya güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin öne çıktığı ve bu vurguların sıkça yapıldığını görüyoruz. AKP faşizminin muhalefete yönelik baskıları karşısında, yargılamalar, gözaltına almalar, tutuklamalar karşısında sistemli bir mücadelenin yapılması gerektiğine dair vurgular çokça yapıldı. Sendikaların sadece kendi işkoluyla sınırlı olmayan, bütünlüklü bir mücadeleyi gerçekleştirilmesi gerektiği söylendi. Bundan 10 sene önce, o dönemdeki ilerici sendikacılar tarafından ifade edilen “Kafa-kasa birliği” yani olanakların bir araya getirilmesi ve sürecin bütünlüklü olarak örgütlenmesi gibi önemli vurgular genel kurulda yapıldı ama buna dönük somut politikaların önümüzdeki dönemde ne kadar hayata geçirileceğini hep birilikte yaşayıp göreceğiz. Bunların ifade edilmesiyle birlikte kuşkusuz bu genel kuruldan, böylesi bir süreci örgütleyecek bir iradenin açığa çıkması
gerekiyor. Yönetim kurulunun da bu iddianın ifadesi olarak önümüzdeki dönemde konumlanması gerekiyor.
Şimdiye kadar DİSK genel kurulu öncesinde sendika başkanlarının verdiği demeçlere röportajlara bakıldığında DİSK ne yapacak sorunun “Geçmişten aldığı deneyimi geleceğe taşıyacak” şeklinde yanıtlarla geçiştirdiğini gördüm. “Geçmiş deneyim” denildiğinde hemen akla Paşabahçe ya da Kavel direnişlerinin geldiğini ki kuşkusuz bunlar Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından çok değerli ve önemli süreçlerdir ancak her nedense 1 Mayıs kazanımının ya da Tekel direnişinin akıllara gelmediğini gördüm. Bu tabii ki sizin az önce de belirttiniz klasik sendikal biçimin bir yansıması. Düşüncede bu klasik sendikal mücadele algısı varken ve genel anlamıyla DİSK’e hakimken, güvencesizleri örgütleyecek bir DİSK’in oluşumu sizin de bahsettiğiniz gibi “tepeden tırnağa devrimci bir biçimde yenilenme” nasıl oluşacak? Yani bu yenilenme bir kopuş şeklinde mi olacak, yoksa DİSK içinde delegeler içinde gerçekleştirilecek ikna süreçlerinin olduğu ve doğallığında gerçekleşen bir süreç mi olacak? Tabii bu biraz tahmin sorusu gibi oldu ama…
Şöyle genel bir çerçeveden bakarsak aslında işçi sınıfı hareketinin tarihsel bir dönemi bitti ve yeni bir tarihsel dönem başladı. Ortak bir tespitimiz bu. Birilerinin “Elveda proletarya” dediği, “İşçi sınıfının dünyayı değiştirme gücü ortadan kalktı” dediği, Elveda Proletarya diye kitapların yazıldığı bir dönemde, yeni işçi sınıfı hareketi sizin de söylediğiniz örneklerde de çok açık göründüğü gibi “Merhaba proletarya” diyerek yeni bir tarihsel dönemin kapılarını araladı. Şunu da söylüyoruz: Aslında güvencesizleştirme temelinde sendikal hak ve özgürlüklerin fiilen ortadan kaldırıldığı bu dönemde, sermayenin temel stratejisi bir önceki döneme ait mücadele araçlarını ve biçimlerinin etkisizleştirmek oluyor. Bu yüzden, bize göre bu yenilenme -son yıllarda yaşadığımız başarılı başarısız tüm örnekler de bunu gösteriyor- kendi içinde evrimsel bir çizgide değil, devrimci kopuşlara dayanacak. Bu tarihsel dönem, geleneksel kalıplara hiçbir biçimde sığmayan, kendi tarzı, dili, mücadele hedefleri ve araçlarıyla bir buzkıran misali yolunu açan yeni işçi hareketinin kendisini, hani masaya yumruğu vurduğu biçimde, geleneksel örgütleri de yenileyerek, gerçek önderliğini kuracağı bir süreç olacak. Hiç kuşku yok ki bu süreç devrimci kopuşlarla gerçekleşecek. Bugüne kadarki Tekel direnişi, tek tek işkollarındaki direnişler, taşerona karşı direnişler, başarılı mücadeleler bunun habercileri ve ipuçlarıdır. Biz bunları büyüteceğiz, bunları çoğaltacağız. Biz, emeğin, mücadelenin ve hayatın değiştiriciliğine ve dönüştürücülüğüne inanan insanlarız. Dolayısıyla süreci belirleyecek olan da, bu örgütleri yenileyecek olan da gerçek mücadelelerin gücü ve hareketin kendisi olacaktır.
Kaçan üç önemli fırsat
DİSK’in gelecek dönemi açısından bu genel kurulda yapılan tartışmalar açısından sizin önemli gördüğünüz tartışmalar neler oldu ve bu tartışmalara dair genel kurulda çıkan iradenin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel kurulda yaşanan tartışmalar açısından çok önemli bir kısmı daha ifade etmek istiyorum, DİSK önümüzdeki döneme dair yeni bir mücadele anlayışıyla tepeden tırnağa kendisini yenileyerek bu dönem görevlerinin altından kalkabilir demiştik. Bunun için DİSK’in hem kendisini büyüten hem de DİSK üyesi olsun olmasın, tüm işçiler, işsizler, güvencesiz çalıştırılanlar, ezilenler, kayıt dışı çalıştırılanlar açısından mücadele iradesini ortaya koyacak bir merkez, bir umut olması gerekiyor. DİSK her gün bu mücadeleye yeni unsurları, yeni dinamikleri katarak yürümek zorunda. Bu yüzden DİSK’in örgütlenmesinin olmadığı işkollarındaki sendikalarımızın üye başvurularının karara bağlanması ve daha da güçlenerek önümüzdeki sürece adım atmak çok önemliydi. Burada özellikle iki sendikanın altını çizmek istiyorum. Bunlardan birincisi Enerji-Sen, diğeri de Devrimci Turizm-İş Sendikası. Enerji-Sen çok kısa bir zamanda örgütlenen ve taşeron işçilerin ağırlıkla örgütlü olduğu bir sendika. Enerji-Sen’in DİSK’e kabul edilmesi bu genel kurulda DİSK’in enerji işçilerini kucaklaması esas olarak Türk-İş’e, devlet sendikacılığına, geleneksel sendikacılığa karşı çok önemli bir yanıt olacaktı. Biliyorsunuz Tes-İş Sendikası Türk-İş’in başkanlığını da yapan, sarı sendikacılığın nadide örneklerinden biri. Bu işkolunda DİSK’in mücadele bayrağını açması, Enerji işçilerinin mücadelesiyle bütünleşmesi tüm işçi sınıfına mesaj olması açısından çok önemliydi. İkincisi, Devrimci Turizm Sendikası. Dev Turizm-İş, turizm alanında Antalya’da kurulan yeni bir sendika. Biliyorsunuz o alanda DİSK’in daha önce var olan OLEYİS Sendikası, Hak-İş’in o dönemdeki genel başkanı, şimdiki meclisin amiri pozisyonundaki Salim Uslu’nun operasyonu sonucunda Hak-İş’e geçmişti. DİSK’in Devrimci Turizm-İş’i bünyesine katması aynı zamanda Hak-İş’e, AKP’ye ve yandaş sendikacılığa karşı önemli bir yanıt olacaktı. Ne yazık ki bu genel kurulda bir takım gerekçelerle, işleyiş ve tüzüğün uygulanmasında bu sendikalarımızla ilgisi bulunmayan eksiklikler gerekçe yapılarak DİSK bu şansı değerlendirememiş oldu.
Bir de kadın sorunu var. Benim izlediğim kadarıyla genel kurulda sıkça DİSK’in kadın işçileri örgütlemesi konusunda olumlu mesajlar verildi ancak ne delege sisteminde ne de seçimlerde buna dair somut bir gösterge ben göremedim…
Kadın vurgusu çokça yapıldı. Bank-Sen’den konuşan delege arkadaşımızın konuşması oldukça iyi bir çerçeve sundu, kadın emeğinin bugünkü konumu ve kadın işçilerin bu sürece katılımı konusunda. DİSK’te konfederasyon yönetimi düzeyinde kadın işçiler daha önce yer almamış. Diğer işçi sendikaları da öyle ama DİSK’te bunun olması gerekir. Aynı zamanda bugün var olan durumda tek kadın genel başkan ve yöneticiler açısından bakıldığında sendikamız öne çıkmış gözüküyor. Artık şu çok açık ki bugün yaşanan proleterleştirme ve güvencesizleştirme sürecinin en temel özelliklerinden biri de kadın emeğinin çok önemli bir noktada olduğu. Hatta daha dün sabah KESK’teki kadın sendikacıların gözaltına alınması, kadın emeğine yönelik saldırıların nasıl şekilleneceğini ve kadın emeğinin dönüştürücü gücünün AKP’yi ne denli endişelendirdiğini gösteriyor.
Bugün işçi sınıfının yarısı kadın. Ayrıca nerede bir direniş, fiili mücadele varsa, barikatın önünde savaşanlar varsa hep orada en önde kadınları görüyoruz. Kadın militanlığının öne çıktığı bir süreci yaşıyoruz. O açıdan baktığımızda gerek sendikalarımızda gerek konfederasyonlarımızda kadın temsiliyetini biz önemsiyoruz. Kürsüden de bunu ifade ettik. Öyle sığınmacı bir anlayışla da değil bu ifade. Çünkü AKP gericiliği kadınları sığınmacı bir anlayışa mahkum etmeye çalışıyor. Erkeğe, devlete, var olan egemen ilişkilere sığınan bir tarzda değil, doğrudan kendi gücüyle, kendi mücadelesiyle merkezinden bu sürece müdahale etmek istediğimizi söyledik. Devrimci Sağlık-İş’in bu süreçte dışarıda bırakılması, genel kurul sonucunda da yaşananlar aslı
nda kadınların temsiliyeti açısından önemli bir fırsatın yine DİSK tarafından kullanılamamış, değerlendirememiş olduğunu gösteriyor.
Sokaktakiler sokaktakileri destekledi
Seçimler olurken siz de adaylığınızı açıkladınız ama seçilemediniz. Sonuçlar açısından baktığınızda genel kurulu nasıl değerlendiriyorsunuz, bir yandan bu adaylık sürecini değerlendirebilir misiniz?
Biliyorsunuz DİSK’teki delege sistemi bir önceki dönemin işyeri toplu sözleşme düzeneğine göre oluşturulmuş bir tüzüksel yapı, bu nedenle biz, 10 bine yakın üyemiz olmasına rağmen orada sadece 2 delegeyle temsil edildik. Bunun nedeni üyelerimizin tamamına yakınının taşeron sağlık işçilerinden oluşması ve taşeron sisteminde örgütlenen bir sendikada aidatlı formel bir toplu sözleşme düzeneğinin kurulmasının şimdilik mümkün olmaması. Zaten sermaye de o nedenle güvencesiz çalıştırmayı ve taşeron sistemini hayata geçiriyor.
14. Genel Kurul’da, çok sayıda delegesi olan sendikalarımız tarafından oluşturulan ve içersinde bizim ve Limter-İş, Bank-Sen gibi bazı sendikalarımızın da yer almadığı bir yönetim listesi hazırlanmıştı. Bu liste sekiz sendikanın (Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastik-İş, TEKSTİL, Tüm Ka-İş, Gıda-İş, Sosyal-İş, Nakliyat-İş) bir ortak mutabakatı olarak sunuldu. Fakat özellikle genel kurulun ilk gününden itibaren, gerek sendikamızdan gerekse de genel kuruldaki delege arkadaşlarımızdan aldığımız talepler karşısında, bu listenin tamamen dışında, fiili-meşru-militan mücadelenin, taşerona karşı mücadelenin, güvencesizleştirme karşıtı mücadelenin, o coşkunun, o birikimin DİSK’in gelecek dönemlerine daha etkin taşınması açısından yönetim kuruluna adaylığımızı açıkladık. Programımızı, yaptıklarımızı, perspektifimizi ve önümüzdeki döneme dair hedeflerimizi de açıklayarak kürsüden adaylığımızı ifade ettik. Bunun sonucunda da bir genel kurul süreci yaşadık. Sadece 2 delegesi olan bir sendikanın genel başkanı olarak aday olduğumuz bu genel kurulda ortaya çıkan tablo, gerek kürsüde konuşma yaptığımız sırada gerekse daha sonra sandıktan çıkan sonuçlar açısından bakıldığında oldukça önemli.
İlk turda 198 ikinci turda 166 oy alarak bu genel kurulda sonuç olarak yönetim kuruluna seçilememiş olduk ama salondaki herkesin ortak görüşü bu kongrenin kazanını taşerona karşı ve güvencesizliğe karşı mücadele oldu. Devrimci Sağlık-İş oldu. Çeşitli sendikalardan delege arkadaşlarımız bu iddianın, bu çizginin, bu mücadelenin arkasında olduğunu ifade ettiler ve sandıkta da bunu gösterdiler. İlk turda aldığımız 198 oy işçilerin ve delege arkadaşlarımızın oluşan listeye rağmen iradesini ifade etti. Birinci turdan sonra özellikle bazı sendika başkanları tarafından yapılan açıklamalara ki, basına da yansıyan yönlendirmelere rağmen, ikinci turda da aynı destek devam etti. Bu çok önemli. Önümüzdeki dönemde DİSK’te bir takım şeylerin açığa çıkması ve sorgulanması açısından da önemli. Aslında sokaktakiler sokaktakileri destekledi. Sonuçta geleneksel, klasik sendikal anlayışa rağmen DİSK içinde bir devrimci müdahalenin olanaklarının ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu başarı tek başına benim ya da sendikamızın başarısı değil. Bu başarı, güvencesizleştirmeye karşı, taşeronlaştırmaya karşı fiili-meşru-militan mücadelenin, yani sokağın başarısıdır. Bunu çok açık bir biçimde görebiliriz. Aynı zamanda bu sonuç; işçi sınıfı açısından ve sendikal hareket açısından güvencesizliğe karşı mücadelenin, yeni işçi hareketinin temel ekseni, temel bileşeni ve temel belirleyeni olduğunu açığa çıkarmış oldu. Bu belirleyicilik ne genel kurul salonlarıyla, ne tüzük maddeleriyle, ne de kağıt üzerinde yapılan ittifaklarla sınırlanabilir bir durum değil. Genel kurul bunu göstermiştir.
Genel Kurul öncesi bahsettiğiniz sendikaların başkanları sürekli olarak “Birlik ve beraberlik” mesajları veriyorlardı. Tüm bu mesajlara rağmen Dev Sağlık-İş’in liste dışı tutulmasına dair hiçbir açıklama yapılmadı mı?
Genel Kurul’dan bir ay önce Bolu’da Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısında Erol Ekici başkan adaylığını açıkladı ve bu birlik ve beraberlik mesajları doğrultusunda DİSK’teki tüm dinamiklerin, eğilimlerin temsil edileceği bir yönetim listesi oluşturulması için delegesi fazla olan sendikalar görevlendirildi. 1 ay süresince çeşitli görüşmeler ve toplantılar yapılırken biz herhangi bir davet alamadık. Sadece Genel Kurul’dan 1 hafta önce Genel Başkanlar ile bir sohbet toplantısına davet edildik ve orada bize bir mutabakat listesi sunuldu. O listede kendimizi görmeyince bunun nedenini sorduk ve bize “Geçmiş bir takım hassasiyetler” nedeniyle listede olmadığımız söylendi.
Nedir bu hassasiyetler?
Genel Kurul’da da ifade ettim, bizim DİSK içerisindeki hiçbir sendikaya, dinamiğe özel bir hassasiyetimiz yok. Bu nedenle bunu açıklama sorumluluğu bize düşmez, bu hassasiyetleri ifade edenlerin açıklaması daha doğru olur.
Genel Kurul’da ikinci tur öncesi dile getirilen sizin seçilmeniz halinde olumsuz sonuçlar doğacağı iddiasıyla kast edilen nedir?
Biz herkesin kendi ekibiyle çalışma talebine saygı duyarız. Ancak “birlik ve beraberlik” söylemleriyle yönetimi oluşturulmuş DİSK’i çalışamayacak noktaya getireceği iddia edilen programatik ayrım nedir, biz de merak ediyoruz. Mücadele bir anlayışla, bir programla yürütülür. Burada yönetimin hangi çizgisine, programına uymadığımız açıklanması gereken bir konudur. Biz DİSK’in bayrağını Türkiye’nin dört bir yanında, Anadolu’da dalgalandıran bir sendika olarak DİSK’in mücadele anlayışını ve geleneğini bugün yeniden üreten ve işçi sınıfıyla bütünleştiren bir sendika olarak yönetimde varlığımız nasıl bir olumsuzluk yaratacaktır, bunun açıklanması gerektiğini düşünüyoruz.
Benim izlediğim kadarıyla genel kurulda çok fazla, “Şunu yapmalıyız” şeklinde ifadeler vardı ama “Şunu yapacağız” şeklinde bir irade beyanı ben en azından görmedim. Orada bu tür bir irade beyanı gördünüz mü? Ayrıca önümüzdeki dönemde DİSK ne yapar, ne yapmalı size göre?
Kuşkusuz DİSK 45 yıllık tarihiyle bu topraklarda işçi sınıfının, emekçi halkların çok önemli beklentilerinin olduğu, çok önemli deneyimleri gelenekleri içinde barındıran bir örgüt. Orada kürsüden de ifade ettik. DİSK bize ne görev verirse, DİSK’li olmanın bilinciyle, dünyanın öbür ucunda da olsa o görevi bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yerine getirmeye çalışacağız. Kuşkusuz, bu yaklaşım DİSK yönetimine aday olan tüm arkadaşlarımızın içinde taşıdıkları bir yaklaşımdır. Yeni yönetimde yer alacak arkadaşlarımıza da başarılar diliyoruz. Ama bir yönetimin ya da bir yönetim mekanizmasının ya da bir iradenin nasıl şekillendiği, hangi kriterlerle şekillendiği ondan sonraki sürece dair neler yapacağının ipuçlarını da taşır. O açıdan bakıldığında genel kurulda yaşadığımız, Devrimci Sağlık-İş’in bu süreçte ısrarla dışarıda bırakılması, kadınların ısrarla dışarıda bırakılması, taşerona ve güvencesizliğe karşı mücadelenin simgesi haline gelmiş bir sendikanın bu kadar tartışmanın içinde dışarıda bırakılması ve bu dışarıda bırakma iradesinin açıkça ifade edildiği bu süreç açıkçası bizi kaygılandırıyor. Ama şunu da biliyoruz ki genel kurulda yaşananlar genel kurulda kalan ve unutulan şeyler olmayacak. DİSK’te bu tür süreçler önemlidir. Delege iradesi önelidir. İşçilerin iradesi önemlidir
. Dolayısıyla DİSK açısından genel kurulda yaşananlar başka konfederasyonlarda olduğu gibi 3-4 ay sonra unutulmaz. Geçmiş genel kurullardaki tartışmalar ve saflaşmalarda da böyle olduğunu gördük. Bu genel kurulda yaşananlar, delegelerin iradesi, o coşku DİSK’in bundan sonraki sürecini de belirleyecektir. O yüzden biz, yeni yönetim kuruluna başarılar dilerken genel kurulda yaşananları, oradaki delege arkadaşlarımızın iradelerini doğru okumalarını ve oradan gereken sonuçları çıkarmalarını diliyoruz. Biz de Devrimci Sağlık-İş olarak bugüne kadar olduğu gibi DİSK’in bayrağını Türkiye’nin dört bir tarafında dalgalandırmaya onu büyütmeye devam edeceğiz. Bu iddianın sahibi olarak, başta kendi sendikamızı büyütmek ama esas olarak tüm işkollarında işçilerle, işsizlerle, kadınlarla, mücadele edenlerle ortak mücadele hedefleriyle bütünleşen bir çizgiyi, üretenlerin yöneten olacağı bir ülke ve bir dünyaya olan inancımızla büyüteceğiz.