Alan Woods’un bu makalesi okura fazlasıyla naif gelebilir. Ancak Ortadoğu’da yaşanan her politik gerilimi yalnızca ABD ve Politik İslam’dan müteşekkil iki değişkeni bulunan denklemlerle açıklayan ‘analizlerin’ ortasında İran’a farklı bir gözle bakan bu yazı, iyimserliği bir kenara, egemen medyada es geçilen İran işçi ve gençlik hareketi gibi kimi olgulara dikkat çekmesiyle de dikkate değerdir. Sendika.Org […]
Alan Woods’un bu makalesi okura fazlasıyla naif gelebilir. Ancak Ortadoğu’da yaşanan her politik gerilimi yalnızca ABD ve Politik İslam’dan müteşekkil iki değişkeni bulunan denklemlerle açıklayan ‘analizlerin’ ortasında İran’a farklı bir gözle bakan bu yazı, iyimserliği bir kenara, egemen medyada es geçilen İran işçi ve gençlik hareketi gibi kimi olgulara dikkat çekmesiyle de dikkate değerdir. Sendika.Org
Dün, oturmuş İran devriminin başladığını yazıyordum. Bu ne kadar doğru? Lenin devrim durumunun koşullarının neler olduğunu açıklamıştı. Birincisi, yönetici sınıf bölünmüş ve artık geçmişteki yöntemlerle yönetemez duruma gelmiş olmalıdır. Bu, açıkça İran’daki durum. İkincisi, orta sınıflar devrimle karşıdevrim arasında bocalar bir durumda olmalıdır. Bu da İran’daki durum; orta sınıfların bazı kesimleri rejime karşı. Üçüncüsü, işçiler mücadelede belirleyici olmalıdır ki İran’da seçimleri izleyen dönemde büyük grev dalgaları görüldü.
Yalnızca sonuncu koşul eksik: 1917’deki Bolşevik Partisi gibi devrimci bir partinin ve önderliğin varlığı. Böyle bir parti kitle hareketinin, yönünü bulmak ve kazanmak için gereksinme duyduğu örgütü olacaktı. Nispeten hızlı ve ağrısız bir zaferi garanti edecekti. Bu partinin olmaması durumunda devrim, kabarmalar ve geri çekilmelerle, kuşkusuz aylar, yıllar boyu, çok daha uzun sürecek.
Bir devrim bir perdelik bir dram değildir. 1917 Rus Devrimi dokuz aylık bir süreçte gelişti. Şubat ayında olduğu gibi önemli ilerleme dönemleri oldu. Ama Temmuz günlerinin ardından olduğu gibi yorgunluk, geri çekilme hatta tepki dönemleri de oldu. Temmuz’la Ağustos sonu arasında Bolşevikler gizliliğe yöneldiler. Matbaaları basıldı, Troçki hapsedildi, Lenin Finlandiya’ya kaçmak zorunda kaldı.
İspanyol Devrimi 1931 Nisan’ında yapılan yerel seçimlerden sonra monarşinin devrilmesiyle başladı -ki İran’da olup bitenler kuşkusuz bu örneğe daha yakın. Böylece kabarmalar ve geri çekilmelerle 1937 Mayıs’ında Barselona’da işçilerin bozgununa kadar sürecek yedi yıllık bir devrim dönemi başlıyordu. Bu yedi yıllık dönemde, 1934’te Asturias Komünü’nün bozgunundan, 1936’da Yurtsever Cephe’nin seçimlerine kadar iki kara yıl (“El Bienigo Negro”) geçti.
Devrimci bir kitle bir partisinin olmamasından dolayı İran Devrimi de İspanyol devrimi gibi yıllara yayılabilir. Çırpıntılı, sancılı bir nitelik alacak ve sürece çeşitli hükümetlerin, parti ve yöneticilerin yükselişleri ve bozgunları damgasını vuracaktır -iktidar sorunu tamamen çözülene kadar. Yani tanık olduğumuz olaylar, kesin bir alt üst oluşu işaret ediyor. Cin, yıllarca kapalı kaldığı lambadan çıktı. Ve artık onu yeniden oraya hapsetmek mümkün değil.
Pek çok gözlemci açık bir gökyüzünde bir şimşek çakmasına benzeyen bir hareketin karşısında şaşırıp kaldı. Ama aslında bu patlama uzunca bir süredir hazırlanıyordu. Halkın öfkesi, son otuz yıl boyunca biriken hoşnutsuzluğu ifade ediyor. Aynı zamanda ekonomik durumun bozulmasını ve yaşam düzeylerinin düşüşünü yansıtıyor. Ekonomi, İranlıların başlıca sıkıntısıydı ve seçim kampanyalarının başlıca konusuydu. İşsizlik ve enflasyon dört yıldır durmak bilmedi. Ekonomik kriz kendisini sıkılık politikasıyla ve bütçe kısıntılarıyla gösterdi. Ekonomi Bakanı Şemseddin Hüseyni devlet girişimlerinin özelleştirilmesinin gündemde olduğunu daha yeni açıkladı.
Bu saptamalar, ifadesini kısmen Mir Hüseyin Musevi’nin kişiliğinde bulan muhalefet hareketinin militan karakterini açıklıyor. Musevi, İranlı bir establishment (kurulu düzen, çev.) adamıydı -ve hâlâ da öyle. Ama İran gibi bir ülkede insanlar artık hiçbir şeyden korkmamaya ve polis namlularına direnmeye başladıkları zaman, rejim için sonun başlangıcı geldi demektir. Bu coşkulu kitle hareketinin ne örgütünün ne de yöneticisinin olduğu inanılmaz görünüyor.
Kitlelerin kahramanlığı
Asıl etmen kitlelerin ansızın tarih sahnesinde görünmesi oldu. Hükümetin ateş açarak bastırmakla tehdit ettiği dünkü dev gösteri (15 Haziran Pazartesi) kitlelerin inanılmaz kahramanlığını gösterdi. Bir milyondan fazla gösterici, özgürlükleri için tehditlere ve namlulara aldırmadı. Sekiz kişi öldü. Yaralıların sayısı bilinmiyor. Ama bütün bunlar hareketi durduramadı.
En iyi İngiliz gazetecilerden biri olan Robert Fisk katıldığı bu gösteriyi anlatıyor:
“Bir milyon kişi, sertliği herkesçe bilinen anti-terör polis güçlerinin önünde Devrim Meydanından Özgürlük Meydanına kadar yürüdü. Kalabalık şarkı söylüyor, gülümsüyor, slogan atıyordu.
Fisk devam ediyor: “Bu kavurucu kentin bulvarlarında 1979 İran Devrimi’nden bu yana bu kadar yoğun ve popüler bir gösteri görülmedi. Göstericiler ana yola çıkmaya çalışıyorlardı. Orada onları anti-terör polisi bekliyordu. Ama insanlar buna aldırmadılar. Polisler özgürlük isteyen bu kadın ve erkeklere utanarak gülümsüyor -ve bizi şaşkınlığa düşüren – onayıcı baş hareketleri yapıyorlardı. Hükümetin bu gösteriyi yasakladığına kim inanırdı?”
Devrimin yüzü kesinlikle böyledir. Kitleler en sert polis güçleriyle karşı karşıya kalırlar ve onlara aldırmazlar. Hareketin yoğunluğu karşısında polis bocalar, müdahale etmez, “utanarak gülümser” ve başını onaylar anlamında eğer. Bu anekdot Şubat Devrimi’nin, Leon Troçki’nin Histoire de la Révolution Russe adlı yapıtında anlattığı bir sahnesini akla getiriyor:
“Vyborg bölgesi fabrikalarının en modernlerinden biri olan Erikson’da çalışan işçiler, sabah saatlerinde toplanıp yaklaşık 2.500 kişilik bir kitle halinde Perspective Sampsonovsky’e doğru yürümeye başladılar ve dar bir geçişte Kazaklarla karşılaştılar. Subaylar atlarıyla kalabalığı yardılar. Kazaklar arkalarındaki geniş yolda duruyordu. Zor an! Ama atlılar subayların kendilerine açtığı yoldan ihtiyatla geçtiler. Kayurov, ‘bazılarının gülümsediğini ve aralarından birinin işçilere dostça göz kırptığını’ yazıyor. Bu göz kırpmasının ne anlama geldiğini anlatıyor! İşçiler, kendilerine bu kadar yumuşak davranan Kazaklara düşmanlık duymamış, tersine yakınlık duyarak yüreklenmişlerdi. Göz kırpan adamı taklit edenler vardı. Subayların yeni bir girişimlerine karşın Kazaklar, açıkça disipline karşı çıkmadan, kalabalığı dağıtmadılar, yalnızca aralarından geçtiler. Bundan sonra iki karşıt kesim kendilerini birbirlerine yaklaşmış buldu. Kazaklar kişisel olarak işçilerin sorularını yanıtlamaya ve onlarla kısa diyaloglar kurmaya başladılar. Disiplinden geriye kalanlar bu görüntülerdi. Subaylar gruplarını kalabalıktan uzaklaştırmaya çalıştılar ve göstericilerin ana yola ulaşmasını engellemek için bir sokağa barikat kurdular. Bu boşuna bir çaba oldu: Kazaklar yine de işçilerin, atların bacaklarının arasından yaptıkları ‘dalışlara’ karşı koymadılar. Devrim, yollarını kendi keyfine göre seçmez: Bu yol, zafere atılan adımın başlangıcında bir Kazak atının altından geçiyordu. İlginç bir öykü!”
Robert Fisk gösterilerde yalnızca öğrencilerin ve orta sınıfların olmadığını altını çiziyor: “Göstericiler yalnızca Kuzey Tahran’ın güneş gözlüğü takan zarif genç kadınları değildi. Yoksullar, sokaklarda çalışanlar ve daha yaşlı kadınlar da oradaydı. Bazı
larının kucağında çocukları vardı ve bu günün anlamını açıklamak için zaman zaman onlarla konuşuyorlardı.”
Bu kitle gösterileri, Ayetullah Humeyni ve onun gerici çetesi tarafından saptırılan 1979 Devrimi gösterileriyle tam bir benzerlik içerisinde. İran Şahı da dev bir baskı aygıtına sahipti. Ama kitleler harekete geçtiği zaman kâğıttan bir şato gibi yıkılıverdi.
Rejim sallanıyor
Bu coşkulu hareket 24 saat içerisinde her şeyi değiştirdi. Mahmud Ahmedinejad’ın gururu bir anda uçup gitti. Yetkililer bugün ciddi bir paniğin izlerini taşıyorlar. Sert çatışmalardan, dahası, kazanacaklarından pek da emin olmadıkları bir iç savaştan korkuyorlar. Yönetici sınıf her şeyini kaybetmekten korktuğu zaman, ödün vermeye hep hazır olur. Ayetullah Ali Hamaney, bugün oyların bir kısmının yeniden sayılabileceğini söylüyor. Ama çok geç. Bu yeniden sayım, gösterileri zayıflatmayacak -tam tersi olacak. Rejimin geriye doğru attığı her adım bir zafiyet olarak anlaşılacak ve kitleleri daha da ileri itecek.
Krizin ciddiyeti ekonomiyi etkiliyor. İran burjuvazisi ne yapacağını bilmiyor. Seçim sonuçları açıklandığı zaman bütün iş dünyası paniğe kapıldı. Bugün Financial Times‘ın da yazdığı gibi, bu hileli seçime karşı “iş dünyasının, Mahmud Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesine yönelik tepkisi ikircikliydi. Tahran borsası inişe geçti ve çarşı protesto anlamında kepenk kapatma tehdidinde bulundu.”
Çarşının -uzunca bir süre rejime ciddi anlamda destek vermiş olan- bu grev tehdidi devrimci bir krizin derinleştiğini gösteriyor. Yine de ciddi bir önderliğin yokluğu, sonucu kuşkusuz geciktirecek.
Önderliğin zafiyeti
Grev ve gösteriler ne kadar güçlü olursa olsun, tek başına iktidar sorununu çözemez. Göstericilere gülümseyen birkaç polis yeterli değil. Ordu ve polis halkın yanında yer almadığı sürece İslam Cumhuriyeti’nin silahlı güçleri, Ahmedinejad’ın ve onun din adamlarından oluşan koruyucu çevresinin ellerinde kalacak. Önderlik sorununun yaşamsal bir önemi var.
Rejim 1999’da bir öğrenci protestoları dalgasıyla birkaç gün içerisinde sıkıştırılmıştı. Bugünkü gösteriler o dönemden daha belirleyici görünüyor. Ama bugünkü gösterilerdeki cesaret, önderlerden kaynaklanmıyor. Mir Hüseyin Musevi gibi insanlar yalnızca tarihsel rastlantıların ürünü. Kerenski ve Papaz Gapon da böyleydiler. Bu tür bireyler, büyük tarihsel olayların zorlamasıyla hızla ortaya çıktılar, geçici bir ün kazandılar. 80’li yıllarda başbakan olan Musevi de, daha yeni ve daha güçlü hareketlerle, bir dalga köpüğü gibi kaybolup sahnedeki yerini kaybetmişti: soyut resim. Tarih bugün onu yakasından tuttu ve sıkıntılı bir adamın gösteri yaptığı sahnenin önüne itti.
Musevi, rejimin iç ve dış politikalarına yönelik eleştirilerine karşın hiçbir zaman İslam Cumhuriyeti’nin bir muhalifi olmadı. Ahmedinejad’ın tersine, 1979 İslam Devriminin otantik ilkelerine ve değerlerine geri dönüş isteyen “ilkeci” bir ün kazandı. Bununla birlikte söylemini ekonominin yönetimi ve demokratik özgürlükler üzerinde yoğunlaştırdı.
Ama başkanlık seçimine adaylığı neredeyse tesadüfen oldu. Başlangıçta bu iş için uygun değildi. Eski “reformcu” başkan Muhammed Hatemi’nin onu ısrarla isteklendirmesi gerekecekti. Bu işe girdikten sonra hızla, tutucu kesimin önde gelen ismi Haşimi Rafsancani’nin desteğini kazandı.
Hatemi ve Rafsancani kuşkusuz Musevi’nin “merkezci” bir çizgi benimsemesini bekliyorlardı. Ama Musevi seçim kampanyası boyunca, gitgide daha sertleşen reformcu sloganlar kullandı. Konuşmalarında başkanın popülist ekonomi politikasını eleştirerek, kentlerin eğitimli orta sınıflarını bir araya getirmeye çalıştı.
Genç reformcular Musevi’den kökten bir değişim bekliyorlar. Ama o, özgürleştirdiği güçlerini denetleyemeyen acemi bir büyücü gibi. Burjuva basını ondaki tereddütlerin altını çiziyor. Financial Times şunları yazıyor: “Bay Musevi iki tercih arasında kalmış görünüyor: gösterilerin sürmesi için çağrı yapmak, ya da dün akşam olduğu gibi ölümlere neden olan yeni çatışmalardan kaçınmak için gösterilerden vazgeçme çağrısı yapmak (…). Başlangıçta gösterilere katılmama çağrısı yapmıştı -kendisi de göstericilerle birleşmeden önce. Onun ikilem yaşaması, bu gösterilerin 1979 İslam Cumhuriyeti’nden bu yana, en büyük protesto hareketine damgasını vurmuş olmasından kaynaklanıyor.”
Musevi, yandaşlarına bugün (16 Haziran Salı) başkentte yapılması öngörülen toplantıya katılmama çağrısı yaptı. Toplantı resmi olarak iptal edildi. Ama bu satırların yazıldığı saatte radyolar bize kitlelerin yeniden Tahran sokaklarında toplandığını ve bu kez öncekilerden de kalabalık olduğunu haber veriyor.
Her zaman bir kan gölü mümkün. Bununla birlikte halkın öfkesi, baskıların sonuçlarını önemsemeyecek kadar güçlü. Tek bir kanlı çarpışmayla her şey patlak verebilir. Ortada genel grev düşüncesi dolaşıyor. Kuşkusuz devlet terörü, 1979’dakine benzer bir ayaklanmaya kolayca dönüşebilecek olan grev ve gösteri dalgalarını provoke edecek. Musevi bundan umutsuzca kaçınmaya çalışıyor. Şöyle bir açıklama yaptı: “Ben, polisleri seven biri olarak, onlara halkın meşru eylemlerinde sertlikten kaçınmalarını öğütlüyorum. Halk, polis teşkilatının saygınlığına duyduğu güveni kaybetmemeli.”
Biz bunu söylemiştik
Marksistler bugün tanık olduğumuz olayları önceden görmüşlerdi. Yaklaşık on yıl önce, 1999’daki büyük öğrenci gösterilerinin “İran devriminin ilk ateşleri” olduğunu yazmıştık. O dönemde bu perspektif dünyanın çok da fazla dikkatini çekmemişti. Ama biz bu düşünceden vazgeçmedik. 2008 Ağustos ayında, Dünya Uluslararası Marksist Eğilim Kongresi’ndeki bir konuşmam sırasında şunları söylemiştim:
“İran bir devrim için hazırdır. Devrimin Lenin tarafından söylenen tüm koşulları vardır: tepede bir çatlak, orta sınıflarda büyük bir hareketlilik, devrimci geleneklere sahip, önemli grev dalgalarına imza atmış güçlü bir işçi sınıfı. Eksik olan tek şey sübjektif koşul, devrimci bir parti. İranlı arkadaşlarımızın çalışması IMT için büyük önem taşıyor. Onlara yardım etmeliyiz.
“İran’daki durum 1905 öncesi Rusya’ya çok benziyor. İranlı kitleler kımıldamaya başladığı zaman göreceksiniz! Gelmekte olan devrim çeşitli yollar deneyebilir, ama emin olmamız gereken bir tek şey var: Bu, fundamentalist bir isyan olmayacaktır! Mollalar 28 yıllık bir iktidar döneminden sonra saygınlıklarını tamamen kaybettiler. Halkın çoğunluğu gençlerden oluşuyor: Onlar, devrimci Marksist düşüncelere açık olacaklar. İran’ın durumu Ortadoğu’daki tüm durumu değiştirecek. Otantik bir anti-emperyalizmin, fundamentalist olması gerekmediğini gösterecek.”
İran Devrimi uzun süre önce olgunlaşmaya başladı. İranlı öğrencilerin eski kahramanca isyanları kanlı bir biçimde bastırılmıştı. Önderleri tutuklanmıştı. Ama söylediğimiz gibi, o dönemde de bozgunlar geçiciydi: “Baskı, önderlik yokluğunda, hareketi bir süre geciktirebilir -ama daha güçlü ve daha kontrolsüz bir patlama pahasına.” Olup bitenler bu öngörüyü doğruluyor. Mücadele, nihai sona kadar, yükselmelerle alçalmalarla devam edecek.
O dönemde devrimci hareketin görevleri konusunda da şunları yazmıştım. “İranlı gençler ve işçiler inanılmaz devrimci potansiyellerini pek çok kez gös
terdiler. Gerekli olan, açık bir program ve bir perspektif temelinde, harekete örgütlü bir nitelik kazandırmaktır. Başarının ilk koşulu işçi sınıfının bağımsız hareketi ve burjuva liberallerden kesin bir kopuştur. Hareketi ulusal, bölgesel ve yerel ölçekte koordine ve organize etmek için eylem komiteleri oluşturmak gerekmektedir. Hareketin, ordunun alt kademelerine halkla birleşme çağrıları yapması ve gerici milislerin karşısında kendisini savunması gerekir.
“Hepsinin ötesinde, gençlerin, kadınların, işsizlerin, köylülüğün, işçi sınıfının en yakıcı sorunlarının çözüm taleplerine ve demokratik haklar için verilen mücadeleye bağlı somut bir program hazırlamak gerekir. Böyle bir program zorunlu olarak kapitalizmden radikal bir kopuşu gerektirecektir. Sosyalizm yönünde bir hareketi ve iktidar sorununu gündeme getirecektir. İşçi sınıfının -özellikle petrol işçileri- aktif katılımı bu mücadelenin başarısının temel koşuludur. İranlı işçiler iktidarı ele geçirdikten sonra tüm bölgeye hızla yayılan bir harekete başlayacaklardır. Bu devrim, özellikle Marksist devrimci bir parti tarafından yönetildiği zaman, 1917 Rus Devriminden daha etkili olacaktır. Sonuç olarak böyle bir partinin oluşturulması, öğrencilerin ve işçi sınıfının öncüsünün en acil görevidir. Düşünce silahıyla, somut bir program ve bir stratejiyle İran işçi sınıfı yenilmeyecektir.”
Bunlara eklenecek fazla bir şey yok. Biz artık soyut perspektifleri tartışmıyoruz. İranlı işçilerin ve öğrencilerin inanılmaz hareketi, işçi sınıfının toplumu değiştirme kapasitesinden kuşku duyan herkese kesin bir yanıt. İran Devrimi başladı. Bir dizi evreden geçecek. Ama zaferle biteceğinden eminiz. O zaman Ortadoğu’da, Asya’da tüm dünyada önemli sonuçlarını göreceğiz
Tüm dünya işçilerini İranlı kardeşlerimizi desteklemeye ve onlara yardım etmeye çağırıyoruz.
Baskı ve zorbalığa hayır!
Yaşasın İran Devrimi!
Tüm dünyanın işçileri, birleşiniz!
16 Haziran 2009
[La Riposte’taki Fransızcasından Şule Ünsaldı tarafından 5deniz (Sendika.Org) için çevrilmiştir]