6. Kahire Konferansı’na katılmak üzere Mısır’a giden Çiğdem Çidamlı ve Metin Yeğin, Lübnanlı direniş örgütü Hizbullah’ın düşünce kuruluşu Çalışma ve Belgeleme Danışmanlık Merkezi Başkanı Ali FAYYAD ile bir söyleşi yaptılar Çiğdem Çidamlı: 6. Kahire Konferansı’nın açılışında yaptığınız konuşmada ABD’nin, Orta Doğu’daki projesinin çöküşüyle birlikte, bölge ülkeleri arasında ve içinde küçük krizler çıkarma yoluyla krizi idare […]
6. Kahire Konferansı’na katılmak üzere Mısır’a giden Çiğdem Çidamlı ve Metin Yeğin, Lübnanlı direniş örgütü Hizbullah’ın düşünce kuruluşu Çalışma ve Belgeleme Danışmanlık Merkezi Başkanı Ali FAYYAD ile bir söyleşi yaptılar
Çiğdem Çidamlı: 6. Kahire Konferansı’nın açılışında yaptığınız konuşmada ABD’nin, Orta Doğu’daki projesinin çöküşüyle birlikte, bölge ülkeleri arasında ve içinde küçük krizler çıkarma yoluyla krizi idare ettiğini söylemiştiniz. Bu ABD stratejisini biraz daha tanımlar mısınız, Hizbullah olarak sizin bunun karşısındaki stratejiniz nedir?
Ali Fayyad: Ortadoğu’daki ABD stratejisi hakkında geniş biçimde konuşabiliriz. Bölgede Amerikalılar tarafından yaratılan bölünmeler olduğu gibi, aynı zamanda politik ve sosyal bölünmeler de mevcut. Bu durumu Filistin’de, Lübnan’da ve Irak’ta görebiliyoruz. Ancak kendi kendimize bu politik farklılıkların, sosyal düzlemdeki farklılıkların neden bu toplumlara dayatıldığı sorusunu sormalıyız. Bence bu durum öncelikle Amerika’nın toplumlarımız karşısındaki bir sorumluluğudur. Amerika kendi projesini toplumlarımıza dayatmaya çalıştı. Bu durumu kolayca çözüp, kendimizi bundan kurtarmamız olası değil. Örneğin Amerika Lübnan halkının kendi sorunlarına bir çözüm bulmasını engellemek konusunda tam bir sorumluluk sahibidir.
Bence Ortadoğu’daki Amerikan stratejisinin birçok boyutu mevcut. Bu boyutlardan birisi Ortadoğu’daki milliyetler ve mezhepler arasındaki bölünmeler üzerinde oynamaktır. Bir yandan Arap ulusları arasında ve öte yandan Sünnilerle Şiiler arasında gerilimler yaratmaya, bu gerilimleri devam ettirmeye çalışıyorlar. Belki Irak’la diğer ülkeler arasında gerilimler yaratmaya çalışıyorlar. Bu türden meydan okumalara nasıl karşı koyacağız?
Bence öncelikli olarak tek bir seçeneğimiz var: Direniş. Sınırlarımızı koruyarak kurtarmak için savaşmak. İki seçeneğimiz var. Ya Amerika bütün bu gerilimleri bize karşı kullanacak ya da kendimizi direnişle kurtarmak gibi bir başka seçeneğimiz olacak. Lübnan’daki direniş deneyimimiz başarılı oldu. 18 yıllık işgalden sonra işgal altındaki Lübnan topraklarını özgürleştirdik. Uluslar arası kararların bize bir faydası olmadı. Hedeflerimize ulaşmamızda direnişin faydası oldu.
Ancak uluslar ve özellikle mezhepler arasında emperyalist güçler ve sömürgecilik tarihi tarafından yaratılan sorunlar da ortak bir direnişin önünde birer engel haline dönüşmüyor mu? Lübnan’da Hizbullah olarak ortak bir direniş yaratmak için bu farklılıkları nasıl aştınız? Lübnan için nasıl bir projeniz var?
Bence direnişle demokrasi arasında da eş zamanlı bir ilişki kurmalıyız. Bu en önemli meydan okumadır. Direnişte başarılı olduk ve bence demokraside de başarı elde etmek için çaba göstermeliyiz. Toplumlarımız çoğul toplumlardır; bu çoğulluğu korumalıyız. Ve aynı zamanda politik rejimimizi geliştirmeliyiz. Bence toplumlarımızdaki en önemli nokta burası. Ama diğer ülkelerde de politik metodoloji penceresinden bakacak olursak ötekiler için demokrasi teorisini geliştirmeliyiz ve bu da Amerikan önerisinin, Amerikan politik projesinin tam zıddıdır. Çünkü Amerika direnişin değerleri ile demokrasinin değerleri arasında çelişkiler olduğuna inanıyor. Ve bu anlayış Lübnan’da çöküyor. Bizler direndik ve demokratik süreç konusunda anlaştık. Politik deneyimimizin bu iki boyutu arasındaki ilişkiyi geliştirmeliyiz..
Peki Hizbulah’ın diğer Arap ya da bölge ülkelerindeki çoğu direniş hareketinde göremediğimiz özgünlüğü bu mudur? Hizbullah kendisini nasıl tarif ediyor, bir ulusal kurtuluş hareketi olarak mı, dinsel-politik bir örgütlenme olarak mı?
Öncelikle biz bir ulusal kurtuluş hareketiyiz. İşgal altındaki topraklarımızı özgürleştirmek için savaşıyoruz. Ancak öte yandan ve aynı zamanda biz politik bir hareketiz, politik rejimimizi reforme etmeye çalışıyoruz. Politik rejimimizi geliştirmeye çalışıyoruz ve Lübnan’daki politik sekterizmi alt etmek için çaba gösteriyoruz. Demokratik, sekterist olmayan bir rejim için çalışıyoruz. Ve ittifaklarımızla birlikte kurduğumuz geniş bir cephemiz, politik bir cephemiz var. Lübnan’daki demokratik Hıristiyan akımla, ulusalcılarla. solcularla ve komünistlerle ittifak halindeyiz. Ve aynı zamanda İslamcı bir partiyiz. Bunda yanlış olan nedir? Bu bizim özelliğimiz, ideolojimiz. Ama bence ideolojimiz ötekilerle ittifak yapmamızı, politik geleceğimiz için koordinasyon içinde olmamızı ve politik rejimimizi geliştirmemizi engellememeli. Ve bence bu bizim politik deneyimimizin elde ettiği başarının arkasındaki sırlardan birisidir.
Burada Kahire’deki konuşmanızda bölgedeki çatışmayı bir ABD-İsrail ve Arap/İslam çatışması olarak tarif ettiniz. Ama dünyanın farklı bölgelerindeki halklar da ABD projesine karşı direniyorlar. Neo-liberalizme ve küreselleşmeye karşı mücadele eden direniş hareketlerinin talepleriyle ittifakınızı nasıl tanımlarsınız?
İlk kez 2003 yılında Paris’te yapılan uluslar arası sosyal foruma katıldık. Ve geçmiş yıllarda da küreselleşme karşıtı hareketle olan ilişkilerimizi geliştirmek için çaba gösterdik. Bence bu düzeyde birçok şey de elde ettik. Bence emperyalizme karşı mücadele etmek için, uluslar arası bir cephe; Gramsci’nin terimleriyle ifade etmek istersem, tarihsel bir blok oluşturmalıyız. Ortak hedeflerimize ulaşmak için farklılıklarımızı, ideolojik farklılıklarımızı aşmalıyız.
Emperyalizm sadece askeri bir vaka değildir; sadece askeri bir durum değildir. Emperyalizm kültürel düzeyde, ekonomik düzeyde ve sosyal düzeyde güçlü. Ve sadece askeri düzeyi diğerlerinden ayırırsak hata yapmış oluruz. Cephemizi bütün bu düzeylerin hepsinde birden kurmalıyız ve bu meydan okumaya yanıt vermek de bir partinin sorumlulukları arasındadır. Bu uluslar arası cepheyi inşa etmeliyiz. Farklılıklarımız da bu uluslar arası cepheyi inşa etmemizde bize yardımcı olacaktır.
Ç.Ç.: Ancak sözünü ettiğiniz ortak politik amaçlar, özelleştirmeye karşı olmak, herkes için parasız sağlık ve parasız eğitim gibi önemli sınıfsal taleplere de karşılık düşüyor. Hizbullah’ın bu talepler karşısındaki konumu nedir?
Metin Yeğin: Bildiğiniz gibi Türkiye’de İslamcı ve neo-liberal bir hükümetimiz var, “teo-liberal” AKP hükümeti?
Öncelikle neo-liberalizmi reddettiğimizi söylemek isterim. Bu, diğer güçlerle kurduğumuz ittifaklarda ve politik konum alışımızdaki politik ve sosyal standartlardan birisidir. Elektriğin, su dağıtımının özelleştirilmesini reddediyoruz. Ancak aynı zamanda yoksul insanlar için çok da önemli olmayan bazı hizmet türlerinin özelleştirilmesine karşı değiliz. Lübnan için bütünlüklü bir ekonomik ve sosyal programa sahibiz ve bizim programımızla liberal program arasında büyük bir farklılık var. Sınıflandırmak istersem, politik ve sosyal programımızı ayrıştırmak istersem, bu programın Avrupa’daki sosyal demokrat programa benzediğini söyleyebilirim. Tam olarak aynısı değil, ama benzeri, Lübnan’daki sorunlar bakımından ona yakın bir program. Lübnan’daki diğer tüm partiler Hizbullah’ın tüm sorunlarımız hakkında bütünlüklü bir perspektife sahip olan tek parti olduğunu biliyorlar. Yani diyebilirim ki biz İslamcıyız, reformcuyuz, çoğulculuğa inanıyoruz ve aynı zamanda küreselleşmeye, savaşa, müdahalelerle, toplumlarımıza yönelik yaşancı müdahalelere karşı dünyanın her yerindeki sol gruplara elimizi uzatma siyasetini benimsiyoruz. Bunlar bence ha
reketimizi tanımlayan temel noktalardır.
M.Y.: Lübnan sokaklarında sık sık Che Guevara, Hugo Chavez ve benzerlerinin resimlerini görüyoruz. Hizbullah bu isimler hakkında ne düşünüyor?
Bu liderler bence dünya çapında kurtuluş simgeleridir. İnsanlığın simgeleridir. Biz onlara saygı duyuyoruz. Ve her yerdeki deneyimlerinden esinleniyoruz. İki yüzü olan bir resim taşıyorlar: Bir yüzünde Che Guevara ve diğer yüzünde de Hasan Nasrallah’ın olduğu bir resim. Bence bu resim, bu liderler hakkındaki imgelem ve perspektifimizi çok iyi simgeleştiren bir resim.
Ç.Ç.: Lübnan’da ve Ortadoğu’da yakın gelecekte yeni bir senaryosunu muhtemel görüyor musunuz?
Bence bu savaş senaryosunu ciddi biçimde düşünmeliyiz. Bu savaş senaryolarını ciddiye almalıyız. Ortadoğu gerçekten çok ciddi gerilimler yaşıyor. Bence durum genel olarak çok tehlikeli. Önümüzdeki iyi ay çok hassas ve çok karmaşık geçecek.